- Yazar: NECİP ERDOĞAN
- Kategori: Kitap, Edebiyat
- Bu yazı Okuryazar’a 5 saat önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
- Gösterim: 7

Kitaplar, Kitaplar...
Aytmatov'dan "Gün Olur Asra Bedel" uzun süreden beri okumayı istediğim bir kitaptı. Acaba "Beyaz Gemi" kadar sevecek miyim bilmiyorum. Zira bir çocuğun iç dünyasını "Şeker Portakalı" kadar güzel anlatmıştı.
Bu arada yazar Mihail Bulagakov'un doktorluğu bırakması da beni çok etkiledi. Kitabını tamamlamak için mesleğini bırakması sanırım hayatındaki birinci önceliği yazmaya ayırdığını gösteriyor. Yazma isteği o kadar güçlü ki toplumdaki konumunu, insanlara yardımcı olmak için büyük özveri gerektiren işinizi bırakıp hayatınızı tamamen yazmaya adıyorsunuz. Ancak yazdıklarınız baskıcı komünist rejim tarafından yasaklanıyor. Gerçekten çok üzücü olduğunu düşünüyorum.
Yazmak bir çeşit hastalık ya da bağımlılık ama zararsız bir alışkanlık olduğu kesin. Çok okumanın doğal sonucu da olabilir. Zamanınızın büyük çoğunluğunu okumaya ayırıyorsunuz ve belirli bir zamandan sonra okuduklarınızı aktarmak isteğini hissediyorsunuz. Devamlı damlatan musluğun altına konmuş bir kova misali artık taşmaya başlıyor. Ve siz taşan su damlaları ziyan olmasın diye koyduğunuz yedek kap gibi, okuduğunuz cümlelerin satırların ya da uzun sıkıcı tasvirleri dahi kağıda dökmeye başlıyorsunuz. Bu bazen karşılıksız sevilene yazılan uzun mektuplar şeklinde, bazen anılar ya da denemeler şeklinde olabiliyor.
Bir öykü ya da roman yazmakla ilgili en çok merak ettiğim konu, yazarın giriş gelişme ve sonuç kısımlarını hafızasında tasarladıktan sonra yazmaya başladığı mı yoksa yazarken aniden fikir değiştiriyorlar mı? Bu sorunun kesin bir cevabı olamaz. Ama imkan olsa, bununla ilgili bir anket yapmak isterdim; tüm yazarlarla yüz yüze konuşmak imkanım olsaydı elbette. Hepsi günümüzde yaşamadı. Ama büyük çoğunluk bence öyküyü zihninde şekillendirip sonuca bağladıktan sonra yazmaya başlamıştır.
Öyküyü zihinde tasarladıktan sonra yazmaya karar verdiğinden emin olduğum bir kitap bana göre "Beyoğlu Rapsodisi". Üç yüz seksen beş sayfalık kitapta katilin kim olduğunu son sayfalara saklayarak olayları akışına bırakmadığını düşünüyorum. Kitabı bitirmek için oldukça sabırlı olmak gerekiyor. Yazarın diğer kitaplarına göre daha az sevdiğim bir polisiye romanı. Ben kendisini günümüzün Peyami Safa'sı olarak görüyorum.
Halk kütüphanesinde en çok yıpratılan kitaplar Ahmet Ümit'e ait olduğundan, okumak için Temmuz sıcağında yürüyerek gidip ödünç aldığım kitap oldu. İkinci olarak sokak ışıklarında okuduğum "Kağıttan Kadınlar" da tamamen aynı denebilecek derecede benzerliklere sahip. Bu nedenle aynı zamanda ikisini de okumak, itiraf etmem gerekirse sıkıcı oldu.
Bu sıkıcı ortamdan neşeli ortama geçiş yapmak isteyenler varsa, -aynı zamanda sayfaları çevirirken tebessüm etmek isterseniz- "Aslan Asker Şvayk" aradığınız güzellikte. Polisiye romanlardan sıkıldığım bir zamanda elime geçti ve hafta sonunu tüm parasızlığıma rağmen neşe içinde geçirmemi sağladı. Bu nedenle yazarı Yaroslov Haşek'e bu güzel hafta sonu için teşekkür etmeliyim. Arka planda Birinci Dünya Savaşı olmasına rağmen, karakterleri seçiminde ve yalın cümleleriyle asla sıkmadan okunan eğlenceli bir kitap. Askerliğini yapmış herkes için hayata dikenli tellerin ardından baktığınız günlerinizi acı tatlı hatıraları ile yeniden anımsadığınız günleri yaşayacağınızdan emin olabilirsiniz.
Beğen, Paylaş ve Yorum Yap
Diğer sosyal mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)
...
Bu Yazının Yorumları
Son Eklenenler
Son Yorumlar
Mehmet Ali Zengin- 10 saat önce
Saygılarımla Müezzin Hulusi
Murat Akçakoca- 11 saat önce
Var idi yüreğinde onmaz sandığı bir enaniyet,
Hamdo... Müezzin Hulusi
Ayşenur Uygun- 12 saat önce
teşekkür ederim, iyi günler Anlaşalım!