Okuryazar / Yazılar / "ZEYNEP" 11, 12, 13 ve 14. Bölümler (4.Kısım) yazısını görüntülemektesiniz.

Bu bölümde yer alan yazılar Okuryazar üyelerinin; profillerinde, çeşitli kategorilerde yazdıkları bireysel yazıları, deneme, şiir, öykü, makale, bilimsel araştırma vb. tarzda yazdıkları yazılar ile oluşturulmaktadır.

  • Yazar: Melih Can ÖZEN
  • Kategori: Hikaye
  • Bu yazı Okuryazar’a 4 saat önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
  • Gösterim: 13
1 kişi bu yazıyı beğendi
Beğen
"ZEYNEP" 11, 12, 13 ve 14. Bölümler (4.Kısım)

"ZEYNEP" 11, 12, 13 ve 14. Bölümler (4.Kısım)

11.BÖLÜM 20 Ağustos 2021 YER: KAMER KUAFÖR Hayal, Cengiz ve Cansel kuaföre geri döndüler ve onları gören Şimal şaşkınlığını gizleyemeyerek onlara doğru ilerledi: - Abla gitmediniz mi karakola? Hayal hiçbir şey söylemeden sadece boş boş baktı Şimal’in yüzüne, diğerleri ile sessizce oturdular koltuğa. Hayal bir süre boş ve anlamsız bakışlarla dalgın dalgın boşluğu seyretti, sonra uzun zamandır düşündüğü bir şey gelmiş gibi yerinden doğruldu, vücudu ile yarım bir şekilde Cengiz ve Cansel’e döndü: - Hayır benim anlamadığım bu numara hiç kimsede yokken onlar nasıl bulabiliyor? - (Cengiz) bilmiyorum. - (Cansel) ben biliyorum yenge. Dükkandaki herkes aniden Cansel’e doğru döndü: - (Hayal) nasıl? Hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı ve Şimal’e doğru yürüdü, birden kolundan tutarak ayağa kaldırdı Şimal’i: - (Hayal) ne yapıyorsun Cansel? - Bu kadın söyledi bizim karakola gittiğimizi, numarayı da o verdi onlara. - (Şimal) abi neyden bahsettiğini anlamıyorum. Onlar kim, ne numarası? Cansel hiç tereddüt etmeden bir tokat yapıştırdı Şimal’in suratına, kız düşüp kafasını vurdu ve bayıldı. Hayal bu olanlara henüz bir anlam verememişti. Hayal’in boş bakışları dikkatini çekti Cansel’in: - Yahu yenge anlamadın mı? - Neyi Cansel neyi! - Bu or*sp* onların adamı. - Nereden anladın? - Bizim karakola gittiğimizi kim biliyordu? - Hiç kimse. - Hayır bu kadın biliyordu işte. Başından beri onlarla görüşüyor bence. - Eee ne yapacağız peki? - Ben biliyorum ne yapacağımı, beni kaçırırlarken bir ara Devrim Arabaları Müzesine uğradık yolda. Bu müzede bir iş var. Ben bu kızı müzenin önüne atıp, izleyeceğim. - (Cengiz) Saçmalama öldürecek misin kızı? - Sanki hiç yapmadığın bir şey mi abi! Cansel, abisinin ofisine abisi ve yengesinden gizli olarak koyduğu tabancasını aldı, susturucusunu taktı ve Şimal’in göğsüne üç el ateş etti. Gece olmasını beklediler, karanlık iyice çöktüğünde Şimal’in cesedini arabaya koydular. Cansel ikisine de gelmemesini söyleyerek tek başına Devrim Arabaları Müzesine geldi, Şimal’in cesedini müzenin ortasına bıraktı ve müzenin dışında arabasının içerisinde gizli gizli seyretmeye koyuldu müzeyi. Bir süre sonra müzeden Kâmil çıktı ve Şimal’in cesedini gördü. Şimal’e doğru koştu, göğsündeki kanları fark etti. Hızlıca müzenin içerisine Süeda ve Ayşen’in yanına getirdi. Zeynep, abisinin kucağında birisi ile doktorların yanına girdiğini görünce abisinin peşinden koştu hemen: - Abi o kim? - Şimal. - Şimal mi!? Zeynep, Şimal’i kanlar içerisinde görünce kendine hâkim olamayarak bağırmaya başladı: - Şimal! Şimal! Aç gözünü, kendine gel Şimal! Ayşen, Süeda! Siz de durmasanıza bir şeyler yapsanıza! Hadi! - (Ayşen)Abla. - Ne abla!.. abla! Kurtarsanıza kızı! Hadisenize Ayşen! Süeda! Şimal kendine gel canım, aç gözlerini! - (Süeda – Omuzundan tutarak) Abla. - Ne! - (Süeda) Abla, başımız sağ olsun. Zeynep dengesini kaybederek yere düşer gibi oldu bir an ama abisi hemen yakaladı onu: - Zeynep iyi misin abicim? Zeynep hiçbir cevap vermedi abisinin bu sorusuna ve abisine sarılarak ağlamaya başladı. O sırada Akil yanlarına geldi: - Birisi müzeyi gözetliyor. - (Hilmi) kim? - Bilmiyorum abi. - (Süeda) Müzeyi gözetlediğini nereden çıkardın? - Fotoğrafını çekti müzenin, ben de onun fotoğrafını çektim. - (Zeynep) Göster bakayım. - Buyur abla. - Cansel bu. Cengiz’in kardeşi. - Abi siz dışarı çıkmayın, dışarıdan birisi onu da alıp içeriye girsin. - Kimi çağıracağız ki? - Murteza abimi çağıralım. - Emin misin Zeynep’im? - Eminim abi, vaktidir vuslatın. - Peki. Hilmi doktorların odasından çıktı ve göz yaşlarını sildi. Murteza’yı arayıp müzede olduklarını, gelmesi gerektiğini ve Cansel’in müzeyi gözetlediğini anlattı: - Yahu halam oğlu siz ne yapıyorsunuz müzede, Cansel neden izliyor müzeyi? - Yahu dayım oğlu sen gel anlayacaksın neden buradayız. - İyi bakalım geliyorum. - Bu arada sen neredesin? - Emmim var yanımda onunla bir işimiz vardı çarşıda. Niye sordun ki? - Anladım. Onu bırak öyle gel. Bak muhakkak bırak dayımı evine. - Tamam tamam. - Hadi görüşürüz. - Görüşürüz. - (Önder) ne diyor? - Yanıma gel diyor. - İyi gidelim bakalım. - Yok dayımı getirme diyor. - O ne demek lan!? - Vallahi bilmiyorum. - İyi gidince öğreniriz. - Emmi hele ben bir gidip bakayım sonra sana da haber veririm. - O ne demek lan!? Sür sür! Ben de geleceğim. - Emmi olmaz söz verdim. - Peki öyle olsun bakalım. Yazdım ama bunu bir kenara. - Yaz amca yaz. Murteza amcasını bıraktı ve hızlıca müzenin olduğu yere geldi. Cansel’in arabasını gördü ve usulca yaklaşarak Cansel’in arabasına bindi, silahını kafasına dayadı, belindeki silahı aldı: - Sen de nereden çıktın lan şerefsiz? - Ağzını bozarak yorulma Cansel, ben zaten birazdan epey bozacağım. - Tanıdım seni, sen beni kaçıran p*ştsun. - (Silah ile kafasına vurarak) Sana ağzını bozma demedim mi lan! Sür şu arabayı. - Nereye? - Ebenin a… tövbe yahu, müzenin içine ulan! - Ne yapacaksınız bana? - Sana ne lan! Keyfimizin kahyası mısın a… koyduğumun çocuğu!!? (Silah ile kafasını ittirerek) Sür lan arabayı artık! - Tamam tamam. Murteza, Cansel ile müzeye girdi, onları Akil karşıladı. Cansel’e arabadan inmesini söyledi ve kendisi de onunla arabadan indi: - Akil. - Abi hoş geldin. - Lan s*kerim abini ha, sen ne arıyorsun lan burada!? - Abi merak ettiğin her şeyin cevabı müzenin içerisinde. - Ulan sizin gizeminizi de esrarınızı da… tövbe estağfurullah. Cansel’in dikkatle kendisine baktığını fark etti ve bir tokat attı Cansel’e: - Ne bakıyorsun lan pezevenk? Yürü! Müzeye girdiklerinde ilk olarak Hilmi karşıladı onları. Akil’e Cansel’i aşağıya götürmesini söyledi Hilmi. Akil, Cansel’in kolundan tutup sığınağın kapısına doğru ilerlediği sırada müzenin kapısı açıldı ve içeriye Önder girdi: - Selamün aleyküm tosunlar! - (Murteza) emmi senin ne işin var burada? - Asıl sizin ne işiniz var lan burada! Haa! Ne iş çeviriyorsunuz bakayım? - (Hilmi) yahu ne iş çevireceğiz dayı. O sırada diğer odadan Orkun çıkıp Hilmi’nin yanına geldi ve kulağına bir şeyler fısıldadı: - Nasıl ikisini de mi çağırıyor? - Evet abi. - (Murteza) ne oluyor lan burada? - (Hilmi) gel gardaşım, dayı sen de gel. - (Murteza) Nereye? - Gel dayım oğlu gel. Gayrı vuslat vaktidir. Önder ve Murteza, Hilmi’nin peşi sıra odaya girdiler ve tam karşılarında ayakta duran kişiyi fark ettiler. Önce şaşkınlıkla bu kendilerine bakan gölgeye, sonra birbirlerine baktılar: - (İkisi aynı anda) Zeynep! - Murteza abi, dayı hoş geldiniz. - (Önder) Zeynep bu sen misin yeğenim? - Benim dayı. Önder koşarak yeğenine sarıldı ama Murteza yerinden kımıldamıyordu. Zeynep göz yaşları içerisinde Murteza’ya doğru ilerledi. Murteza’da göz yaşlarına hâkim olamıyor ve sanki onları azat eder gibi ama muntazam seviyede bir sessizlikle ağlıyordu: - Murteza abi. - Gülüm. (Sarılarak sürdürdü konuşmasını) Gülüm benim. Sen yaşıyorsun ha. Hilmi bu bir rüya değil, değil mi halam oğlu. - Rüya dayım oğlu rüya; gördüğün en güzel rüya hatta… 12.BÖLÜM 21 Ağustos 2021 – Sabah saatleri YER: SUAT’IN EŞYA DEPOSU - Yürü lan yürü geç şöyle. Suat, Cansel’i kafesin içerisine ittirdi ve kapıyı kilitledi. Cansel burnunu duvara çarpmıştı kanıyordu. Ama korkudan sesi çıkmıyordu. Sonra diğerlerinin yanına geldi: - Murteza dün gece ne oldu hiç kimse bir şey söylemiyor bana? - Ara karını anlatsın sana her şeyi. - Nasıl yani sen öğrendin mi? - Öğrendim lan tabi, lan sen nasıl olurda böyle bir plan yapıp bana haber vermezsin ulan!? - Benim planım değil Zeynep ile ablamın planıydı. - Haa, tövbe Ya Rabbim ya! Her neyse birazdan emmim gelecek ha bu arada o da biliyor Zeynep’in yaşadığını. - Nasıl, o nasıl öğrendi. - Dün beni müzeye çağırdılar bu içerideki y*vş*k müzeyi gözetliyormuş, gel onu al gir içeriye dediler. Yalnız beni aradıklarında emmim de yanımdaydı. Ben onu evinin önüne bırakmıştım ama takip etmiş beni arabasıyla. Ben içeri girdikten sonra emmim de girdi içeriye. Sonra Zeynep, öldü zannettiğimiz ve bu yüzden memleketi ayağa kaldırdığımız Zeynep çıktı karşımıza. - Anladım. Kusura bakma Murteza. Hakkını helal et. Helal olsun. O sırada deponun kapısı açıldı. İçeriye Önder, Hilmi ve Akil girdi. Suat, Önder’i fark edince elini öpmek için hamle yaptı ama Önder hiç beklenmeyen bir şekilde okkalı bir tokat yapıştırdı Suat’a. Suat birden yerde buldu kendini. Sonra elini uzattı Önder, Suat’a: - Kusura bakma damat, söz vermiştim kendi kendime. - Önemli değil dayı, hakkındır. - Hakkım tabi ulan! Hakkımmış mış, hakkım ulan tabi. - (Murteza) emmi tamam sakin ol çocuk ne yapsın plan onun değilmiş. - (Önder fısıltı tonunda) planını s*ktiğim. Murteza. - Efendim emmi. - Getirdiniz mi adamı, neydi adı p*ştun? - Cansel, getirdik emmi. - Eee, nerede şimdi? - (Murteza) içeride emmi. - (Suat) ya dayı kimse bir şey söylemiyor ne yaptı yine bu y*vş*k? - (Hilmi) Şimal’i öldürdü. Suat’ın gözleri birkaç saniye içerisinde kan çanağına döndü. Öfkeyle Hilmi’ye doğru atıldı birden ve belindeki silahı kaptığı gibi Cansel’in bulunduğu kafese doğru ilerledi. Silahını Cansel’e doğrulttu ve hiç düşünmeden tetiği çekti ama ıskalamıştı. Daha doğrusu birisi onun elinden tutup namluyu başka tarafa doğru çevirmişti. Önder’di bu, silahı elinden aldı, Hilmi’ye uzattı ve kolundan tutarak kafesten dışarı çıkardı: - Sen ne yaptığını zannediyorsun ulan! Çık lan dışarıya, çık! Hepsini dışarı çıkardıktan sonra hepsine aynı anda bağırarak: - Bana bakın lan bundan sonra hiçbiriniz benden habersiz hiçbir şey yapmayacak! Anladınız mı? - (Murteza) Tamamdır emmi. - (Hilmi) Tamam dayı. - (Suat) peki dayı peki. - İyi şimdi, Akil, Murteza siz benimle gelin diğerleri burada beklesin. Akil, Murteza ve Önder, Cansel’in yanına geri döndüler: - Murteza. - Efendim emmi. - Kaldır ayağa şu şerefsizi. - Hemen emmi. Kalk, kalk! - Oturt şöyle. (Cansel oturduktan sonra devam etti konuşmaya) şimdi bana bak o… çocuğu, dün gece müzede anlattıklarını bu kâğıda aynen yazacaksın tamam mı? Cansel cevap vermeyince, elini yumruk şeklinde sertçe masaya indirdi ve aynı anda bağırdı: - Tamam mı lan!! - Tamam. - Hadi bekliyorum. Akil, Adem’i aradın mı yeğenim. - Aradım amca geliyor yolda. - Hah iyi, peki Süeda? - O geldi amca. - İyi güzel. … … … - (Murteza) Bitirdin mi lan? - Bitirdim. - Aferin imzanı da at şuraya. (İmzasını attıktan sonra) Emmi ifade tamam. - İyi ver ifadeyi Akil’e. (Murteza ifadeyi verdikten sonra) Akil sen çık Hilmi ile Suat’ı gönder buraya. - Tamam amca. - Amca ne yapacağız ki buna? - Bunun gibiler yüzünden kan beynimize sıçradı yeğenim. Artık tüm kadınlar adına bir ceza keseceğiz bu yavşağa. - (Hilmi) Dayı bizi çağırmışsın. - Evet. (Elinin tersi ile Cansel’in omzuna dokunarak) bana bak lan, sen hangi elini kullanıyorsun? - Sol. - İyi, Hilmi tut yeğenim sağ elini koy masanın üzerine. Murteza arkandaki çekici ver bana. - (Murteza çekici uzatarak) buyur emmi. - Bana bak bana, şimdi ben senden bu elini alacağım. Ama öyle bir alacağım ki baktıkça beni hatırlayacaksın, anladın mı!? Önder, Cansel’in eline defalarca vurdu, elindeki tüm kemikler tuzla buz olmuştu ve acıdan bayıldı Cansel ama Önder durmuyor şiddetini giderek arttırıyordu darbelerin. Bir süre sonra Suat dayısının elini tutarak onu durdurdu: - Dayı yeter dayı! Bayıldı zaten acıdan. Önder cevap vermek yerine Suat’ı onaylar gibi başını salladı, sonra kafesin kapısına kadar gelip Süeda’ya seslendi. Süeda içerideyken Önder depodan ayrılıp evine gitti. Süeda, Cansel’in eline pansuman yaptı ve kafesten çıkıp diğerlerinin yanına geldi: - Murteza abi benim işim bitti. - (Hilmi) Süeda bu şerefsiz ölmez değil mi? - Vallahi abi bana sorarsan ölsün gitsin derim ama… cık bir bok olmaz bu şerefsize… Birden herkes bakışlarını Süeda’ya yöneltti. Süeda herkesin pürdikkat kendisine baktığını fark etti: - Yalan mı abilerim? Şerefsizin saçına ak düşmez… - (Murteza) Süeda haklısın abicim de ağzını bozma sen yine de… - Tamam abi kusura bakmayın. - (Hilmi) her neyse önemli değil o da, bu içerideki ne zaman gelir kendine? - Bir su çarpın yüzüne ayılır o abi. - (Hilmi) Hadi ya? - Öyle abi. - (Akil) abi biz müzeye geri dönelim mi? - (Hilmi) olur abicim. Akil ve Süeda gittikten on beş dakika sonra Orkun’un polis arkadaşı Âdem geldi depoya: - Selamün aleyküm. - (Murteza) Aleyküm selam kardeş buyur. - Beni Orkun gönderdi beyefendi. - (Murteza) Âdem Bey mi? - Aynen beyefendi. Bir arkadaş varmış burada almam gereken. - (Hilmi) doğrudur, kendisi içeride. Bizim arkadaş ayarlıyor onu komiserim. - Anladım. Orkun bir ifadeden bahsetti bir de ama… - (Mürteza) Doğru’dur. İfadesi burada arkadaşın. Ayrıca bu flashdiskde de görüntülü ifadesi var. Âdem ifadenin yazılı olduğu kâğıdı ve flashdisk’i aldı ve ifade metnini incelemeye başladı: - Bu Cansel, Cengiz A….’ nın kardeşi mi? Murteza ve Hilmi bir süre birbirlerine baktıktan sonra Murteza cevap verdi: - Evet komiserim, ne oldu ki? - Yok bir şey olduğundan değil de Orkun dün gideceğin yerde sana bir hediye verecekler demişti. - Niye ki komiserim? - Bu Cansel denen adam ile ilgili çeşitli şikayetler var beyefendi. Aslında aranıyor yani… - (Hilmi) Hmm, anladım komiserim… Âdem, Cansel’i teslim aldı ve depodan ayrıldı… ÖĞLE VAKİTLERİ (21 Ağustos 2021) YER: KAMER KUAFÖR- KURŞUNLU CAMİİ KÜLLİYESİ (AHŞAP ESERLER MÜZESİ) Hayal ve Cengiz kuafördeki koltuğun üzerinde uzun süredir aynı noktaya bakarak oturuyorlardı. Bu dalgınlıklarını Hayal’in telefonuna gelen bir mesaj dağıttı. Mesajda bir konum, bir fotoğraf ve bir not vardı, konumun “kızın burada” yazıyordu büyük harflerle, fotoğrafta ise kırmızı “lotus” çiçeği vardı. Mesajı okur okumaz fırladılar dükkândan. Vardıkları yer Kurşunlu Camii Külliyesi idi. Ancak külliyede kimsecikler yoktu. Bir süre etraflarına bakındıktan sonra Ahşap Eserler Müzesi’nin kapısının üzerindeki büyük kırmızı lotus çiçeğini görüp kapıya doğru adete hücuma kalktılar. Kapıya yapıştırılan küçük notta şöyle yazıyordu: “Kapıya vardıysanız kızınızı kurtarmak için sadece bir dakikanız var, kırın kapıyı girin içeri! Acele edin!” Cengiz ve Hayal hiç düşünmeden daldılar içeriye, kapıyı açar açmaz önce Aysu ile karşılaştılar, maskeli bir kişi Aysu’nun ağzını kapatıyordu ve birden içeriye doğru çekti onu. Hayal ve Cengiz’in önüne birer tane silah düştü, silahları ellerine alır almaz aniden yoğun ve beyaz renkli bir sis bulutu kapladı müzenin içerisini. Silahlar ile ateş ede ede içeriye girdiler ama göz gözü görmüyordu. Sis bulutu etkisini iyice kaybettiğinde yerde yatan birisini fark ettiler. Sonra adım adım bu karaltıya doğru ilerlediler. İyice yaklaştıklarında korkunç manzara ile karşılaştılar. Yerde yatan kızları Aysu’ydu. Aysu’yu içeri çeken maskeli kişi aralarından geçip gitmiş olmasına rağmen ikisi de olayın etkisi ile fark edemediler. Cengiz kızının nabzını ölçmek için son derece titreyen elini kızının boynuna koydu, nabız vardı. Hemen kucakladı kızını ve karısını da alarak dışarı çıktı. Arabaya bindiler ve hızlıca hastanenin yolunu tuttular. Maskeli kişi olanı biteni külliyenin iç duvarının arkasından izledi. Sonra geri döndü ve onu bekleyen arabaya bindi. Arabada onu bekleyen kişi Suat’tı: - Hallettin mi? Cevap vermeden önce maskesini çıkarttı. Yüzünü Suat’a döndü ve cevap verdi Zeynep: - Hallettim. Şimdi hastaneye gidiyorlar. - Merak etme bizim istediğimiz hastaneye gidecekler, her şeyi ayarladık. * Cengiz arabayı kullanabildiği kadar hızlı kullanıyordu ama bir türlü hastanenin yerini hatırlayamıyordu. Yanan kırmızı ışığı son anda fark etti ve aniden frene basarak durdu. Camın tıkırdama sesi ile irkildiler birden, trafik polisi camı açmasını söyledi Cengiz’e: - İyi misin beyefendi? - Memur Bey! Kızım yaralandı, hastaneye yetiştirmem lâzım. - Nasıl oldu bu? - Memur Bey hastaneye varınca anlatsam olmaz mı? - Tamam siz beni takip edin tamam mı? - Tamam, tamam memur bey. Trafik polisi onları Özel Eskişehir A… Hastanesi’ne getirdi. Cengiz, Aysu’yu kucakladı hemen ve Hayal’de peşlerinden gitti koşar adım. Polis telefon ile acil doktorunu aradı: - Ayşen, geliyorlar abicim. - Tamamdır Akil abi. Aysu’yu hemen acile aldılar ve Ayşen onun ile ilgilenmek üzere acile geldi. Ve gayet sakin bir ses tonu ile hemşirelere iş buyurmaya başladı: - (Ayşen) Entübasyon tüpünü hazırlayın. Nabız çok zayıf ama devam ediyor. - (Hemşire) Hocam saturasyon düşük, 71. - (Ayşen) Oksijen verin, iki damar yolu açın, geniş lümen. Sıvıyı hızlı başlatın. - (Hemşire) Kan grubu sıfır negatif. - (Ayşen) Tamamdır, kan bankasına haber verin iki ünite. - (Hemşire) hallediyorum hocam. - (Ayşen) Toraksı kontrol edelim… - (Hemşire) hocam sol tarafta ses yok. - (Ayşen) Göğüs tüpünü hazırlayın, altı numaralı ameliyathane hazırlansın…. Hemşireler Aysu’yu hızlıca ameliyathaneye alırken Ayşen’de Cengiz ve Hayal’e durumu özetledi: - Siz ailesi misiniz? - (Cengiz) Evet anne babasıyız. Kızımız nasıl!? - Öncelikle sakin olun, ameliyata alıyoruz ancak kendinizi her türlü şeye hazırlayın beyefendi. Ayşen ameliyathaneye doğru ilerledi, önlüğünü, maskesini ve eldivenlerini giydi ve içeriye girdi… Aysu ameliyattayken polisler Cansel’i getirdiler hastaneye. Tam o sırada Akil’de girdi hastaneye ve ikisini birden gördü: - (Fısıltı tonunda) Ha s*ktir! Bunun ne işi var burada ya? Önce Cansel fark etti abisini ve abisine seslendi. Onlar konuşmaya başladıktan sonra Akil kaskını takıp polislerin arasına karıştı ve konuşmalarını dinlemeye başladı Cansel ve Cengiz’i: - Cengiz abi! - Cansel! (Kardeşine doğru koştu ama polisler sarılmasına izin vermedi) Senin ne işin var, ne oluyor, bu polisler, kelepçeler ne iş, eline ne oldu? - Abi muhtemelen tutuklayacaklar beni. - Sebep!? - Bırak şimdi sebebini beni dinle; benim dükkâna git, çırağı bul sana bazı evraklar verecek al onları… - Gidemem Cansel… - Abi, ne demek gidemem, gitmen lazım. - Gidemem, Aysu ameliyatta… - Ne! Ne oldu Aysu’ya!? - Vuruldu. - Kim? - Bilmiyorum! (Hem polislerin varlığı hem de gururu gerçeği söylemesine engel olmuştu. Daha ziyade gururu buna sebep olmuştu.) - Durumu nasıl peki şimdi? - Bilmiyorum. Dedi ve arkasındaki koltuğa bıraktı kendini. Konuşmaları bittikten sonra Akil yanlarından yavaşça uzaklaştı ve hastanenin dışına çıktı. Sonra Hilmi’yi aradı: - Alo, Hilmi abi. - Efendim Akil. - Abi polisler Cansel’i bu hastaneye getirmişler. - Ha s*ktir! Peki gördüler mi birbirlerini? - Gördüler abi onun aradım zaten. Cansel evrak falan bir şeylerden bahsetti, Cengiz’e. - Ne evrakı lan? - Bilmiyorum abi. Cansel dükkanındaymış, çırak biliyormuş yerini. - Tamam abicim, sen çık hastaneden Arabacılar’a geç hemen biz de geçiyoruz Murteza ile hemen. - Tamam abi. Hemen yola çıktılar. Arabanın içerisindeki aşırı sessizlik bir an çok boğucu gelmişti Hilmi’ye ve Murteza’dan o sevdiği rap şarkıyı açmasını istedi: Kesin sesinizi kesin! Sessizce izleyin! Ve bekleyin… Çünkü sahne İyilerin! Çünkü sahne İyilerin! Ne olur az daha sabredin! (Şiir: Melih Can ÖZEN) 13.BÖLÜM 22 AĞUSTOS 2021 YER: ESKİŞEHİR ÖZEL A……… HASTANESİ Aysu’nun ameliyatı en fazla yarım saat kadar sürebilmişti. Yani kurtarılamamıştı. Acı haberi onları Ayşen vermişti. Cengiz ve Hayal birbirlerini suçluyorlardı: - Allah senin belanı versin Cengiz! - Allah asıl senin belanı versin kadın, lan senin yüzünden hayatım mahvoldu lan benim! Ne istediysen tamam dedim ne dediysen yaptım! Ama gözün doymadı be kadın! Bak en sonunda Allah o doymayan, o sakındığın gözü aldı senden. Hem de senin elinle!! Bu yüzden Allah asıl senin belanı versin! Çünkü zaten benim belamı verdi! Senin gibi bir belayı benim başıma musallat etti! - Sen ne diyorsun ulan! Bunca zamandır, bunda şeyi biz birlikte yapmadık mı? Şimdi mi aklına geldi vicdan sahibi olduğun! - Hayır! Şimdi aklıma gelen sahip olduğum vicdana bile ihanet etmiş olduğum! Anladın mı beni Allah’ın cezası! Hayal, göz yaşlarını -ki tüm okurlarca da malûmdur ki bunlar ancak timsah göz yaşlarıdır- sildi. Cengiz’e doğru sokuldu: - Bana bak, biz bu işlere birlikte girdik, sen istesen de istemesen de ben kızımın intikamını alacağım ve sen bana yardım edeceksin! Ben kızımın intikamını aldıktan sonra ne bok yersen ye, s*ktir git nereye gidersen ama şimdi sesini kes otur şu kenara acını yaşa! Cengiz’in kendi gelme krizi yine kısa sürdü. Eski ve yalandan ibaret olan hayatını kaldığı yerden yaşamaya devam etmeye başladı. Ertesi sabah teşhis işlemlerinin ardından cenazelerini alıp Keskin’e defnetmeye geldiler. Ve hemen ertesi günü de Eskişehir’e geri döndüler. (FLASHBACK) AYSU’NUN VURULDUĞU AKŞAM VE ERTESİ GÜN YER: ARABACILAR ÇARŞISI – DEVRİM ARABALARI MÜZESİ Murteza ve Hilmi, Arabacılar sitesine gelmiş ve dükkânı gözetlemeye başlamışlardı. Suat’ta onlara haber vermeden Arabacılar’a gelmişti ve birden onların içerisinde olduğu arabaya bindi: - (Hilmi) Ne oluyor lan!? - Korkmayın kayınçolarım benim yahu! - (Murteza) Lan senin ne işin var burada! - E bana haber vermeden gelmişiniz, Davut’tan öğrendim. - (Hilmi) İyi de Davut bizim burada olduğumuzu bilmiyor ki. - (Murteza) Biliyor halam oğlu biliyor. - (Hilmi) Nasıl? - (Suat) Biliyor çünkü sizi takip ediyor. - (Murteza) Evet şu anda iki yüz metre arkamızdaki arabanın içerisinde kendisi. - (Hilmi) E kim takip ettiriyor ki bizi? - (Suat) E ben ettiriyorum. - (Murteza) Sebep!? - (Suat) Zeynep istedi. Onlar delidir, kanları kaynar ne yapacakları belli olmaz, ellerinde kalır birileri dedi. - (Hilmi) Kim biz mi deliymişiz, biz mi sinirliymişiz? Duydun mu hala oğlu? - Duydum duydum. Bu sohbetin ardından Hilmi ve Murteza’nın yüzünde birer sırıtma belirmişti ki çırağın dükkândan çıktığını fark etti Hilmi: - Hah, çıktı dükkândan a… koyduğumun o… çocuğu! - Halam oğlu bana bırak bu p*ç kurusunu olur mu? - Başım üstüne gardaşım. Murteza ve Hilmi arabadan inmek üzere kapıları açtığında Suat her ikisini de kollarından tutarak durdurdu: - Evet gerçekten de sinirli değilmişsiniz ha! Bir durun hacılar, bir sakin olun. Davut ilgilenecek onunla, bizim bu işte parmağımızın olmaması lâzım. Ayrıca da bundan sonra kimseyi almak falan yok. Hilmi ve Murteza bir süre birbirlerine bakıştıktan sonra Murteza: - Zeynep haklıymış halam oğlu. - Evet dayım oğlu… Çırak, Davut’un arabasının yanına geldiğinde, Davut arabasından indi: - Kardeş selam aleyküm. - Aleyküm selam abi. - Kardeş beni Cansel abin gönderdi. Onun avukatıyım ben. - Abimi polisler aldı abi. - Biliyorum aslanım. Onu kurtarmak için buradayım. - Nasıl yani abi? - Şimdi, Cansel bana birtakım evraklardan bahsetti. Bu evraklar çok önemliymiş ama ne evrakı olduğunu bilmiyorum. Benim ofisteki kasanın içerisinde dedi. Sen biliyormuşsun hatta kasanın şifresini. - Evet abi biliyorum. 4242. - Aferin abicim. Senin adın neydi bu arada? - Mutlu, abi. Abi peki abim gerçekten suç işlemiş mi? - Mutlu, sen abini tanımıyor musun, birisinin canını yakar mı o? - Yok abi, yapmaz. - Yapmaz tabii ki. Şimdi sen bana evrakları vereceksin kasadan ve ben onları mahkemeye sunacağım abicim tamam mı? - Tamam abi. Davut ve Mutlu tekrar ofise döndüler. Mutlu, Cansel’in bahsettiği belgeleri Davut’a teslim etti. Davut, Mutlu’nun hiçbir şey anlamaması için onu evine kadar bıraktı ve Devrim Arabaları müzesine geldi. İçeriye girdi ve karşısında birden Zeynep’i görünce korktu ve şu cümlelerin ardından bayıldı: - O ne lan! Bismillah! Bir süre sonra kendisine gelip gözlerini yavaş yavaş araladı. Bulunduğu oda da kendisine arkası dönük iki kişi vardı, bir süre sonra bir tanesinin Hilmi olduğunu anladı: - Hilmi abi. - Günaydın Davut, geldin mi kendine? - (Yavaşça yatakta doğrularak) Geldim geldim de abi, ben rüya mı gördüm, yoksa gerçek miydi? - Ne gerçek miydi? - Abi ben az önce Zeynep ablayı mı gördüm? - Sessiz ol Davut. Evet Zeynep’ti o. - Vallaha mı!? - Lan sus, bağırma! - Pardon abi. Bir an ne diyeceğimi ne yapacağımı şaşırdım da afedersin. - Tamam tamam. Hadi toparla kendini. Yapacak işlerimiz var. - Tamam abi. Abi bu arada (odadaki diğer kişiyi kastederek) bu abi kim? - Orkun. - Anladım abi. Benim yapmam gereken bir şey var mı? - (Orkun) Var. Git birisini ayarla bu gece polise teslim olacak. Yarın serbest bırakılacak. - (Davut) Anlamadım abi. - (Hilmi) Lan neyini anlamadın? Git, birisini bul getir, ağzı sıkı olsun. Gerisini ben anlatırım ona. - Tamam abi anladım. Peki kadın mı erkek mi abi? - (Hilmi ve Orkun aynı anda) Lan bir s*ktir git! - Anladım abilerim. Ben hemen birisini bulup geliyorum. Davut yaklaşık bir buçuk saat sonra yanında orta boylu, boyuna göre biraz kilolu ve kirli sakallı birisiyle geri döndü. Orkun ona ne yapması gerektiğini iyice anlattıktan sonra Davut’a onu, Yıldıztepe Polis Merkezi’ne bırakmasını söyledi: - Davut seni bırakacak, seni orada Âdem adında birisi karşılayacak kapıda. O benim arkadaşım. Cansel’in ortağıymış gibi belgeleri vereceksin, ifadeni de Âdem alacak zaten, bir gece kalacaksın sabah serbest bırakılacaksın. Sonra paranı alacaksın tamam mı Hakan? - Tamam abi. - İyice anladın mı bir kere daha anlatmama gerek var mı? - Yok abi anladım. - İyi bakalım. Davut sen arkadaşı bıraktıktan sonra Kırıkkale’ye gideceksin Akil ile tamam mı? - Tamam abi. - Sabaha Kırıkkale’de olmanız lâzım o yüzden Hakan’ı bırak hemen gel. - Tamam abi. Davut, Hakan’ı polis merkezine bıraktı ve ele geçirilen belgeler sayesinde Cansel’in o gece tutuklanarak ceza evine gönderildi. Kara para aklama, çete kurma, haraç, tefecilik ve kasten adam öldürmek suçlarından toplam, müebbet hapis + 30 yıl + adli para cezasına çarptırıldı. * Ertesi sabah Akil ve Davut, (Keskin) Kırıkkale’ye ulaştılar. Yapacakları şeyi öğrenmek için Murteza’yı aradılar: - Abi selam aleyküm. - Aleyküm selam Akil. Ne yaptınız? - Keskindeyiz, varınca arayın ne yapacağınızı söyleyeceğim demiştin. - Tamam, şimdi Sulu Mağara’ya gideceksiniz. İmam-ı Azam Camii’nin avlusunda bu mağara. - Tamam abi. - Ha bana bakın hiç kimseye adres isim sormayın. Harita kullanın tamam mı? - Tamam abi kiminle buluşacağız orada? - Ozan. Caminin imamı. Size evraklar ve bir de bir tane flashdisk verecek. Onları alıp geleceksiniz. Vakit kaybetmeyin alın hemen gelin. - Tamam abi. - Hadi bakalım. Hızlı olun. - Eyvallah abi. Akil ve Davut, Sulu Mağara’da Ozan ile buluştular: - (Akil) Selamün aleyküm. - Aleyküm selaamm. - (Akil) Ozan Bey değil mi? - Evet, siz kimsiniz? - Ben Akil. Bu arkadaşta Davut. - Ben de sizi bekliyordum. Buyurun camiye geçelim, emanetleri size teslim edeyim İnşaallah. - Tabii ki, siz önden buyurum. Birlikte camiinin alim odasına geçtiler ve Ozan’dan tüm belgeleri ve flashdisk’i alıp Eskişehir’e geri dönmek üzere yola çıkmak için müsaade istediler: - (Akil) Ozan Bey, çok teşekkürler. - Rica ederim, dostuma selam söyleyin. Açmasın arayı, arasın sorsun arada bir. - Başım üstüne. - Hadi, hayırlı yolculuklar. Hocadan aldıkları evrakları vakit kaybetmeden Murteza’ya getirdiler. Murteza ve Hilmi evrakları Orkun’a geldiler ve Orkun onlara bu aşamadan sonra yapmaları gerekenleri anlattı. 14.BÖLÜM 25 - 28 Ağustos 2021 YER: KAMER KUAFÖR – TİRYAKİZADE SÜLEYMANAĞA CAMİİ Cengiz ve Hayal kuaför dükkanında Hale ile buluştular ve Hayal yaptığı planı Hale’ye anlattı. Yaptığı planın gerçekleşebilmesi için yardıma ihtiyaçları vardı ancak etraflarında kimse kalmamıştı. Bundan dolayı kendi başlarına halletmek zorundaydılar. Cengiz, Süeda’yı takip etmeye ve Süeda’yı kaçırabilmek için uygun zamanın gelmesini beklemeye başlamıştı. Önceleri Süeda’nın sürekli olarak Devrim Arabaları Müzesi’ne gidip geliyor olması dikkatini çekse de sonraları üzerinde çok durmadı bu durumun. Üç gün sonraki akşam Süeda’yı takip ederken onun evine farklı bir yoldan gittiğini fark etti ve Cahit Zarifoğlu Ortaokulu’nun önünde, Süeda’nın arabasının önünü keserek onu kaçırdı. Süeda’yı gizli bir yere götürdükten sonra Hayal’e haber verdi ve Hayal, Hale ile onları çağırdıkları yere gitti ve Cengiz, Akil’i aradı: - Akil. - Efendim. - Şimdi sakin ol etrafındakiler hiçbir şey çaktırma tamam mı aslanım? - Sen kimsin lan!? Ben nereden senin aslanın oluyorum lan!? - Bundan sonra sen, ben ne istersem osun anladın mı aslanım? - Anlamadım. - Ben sana şöyle anlatayım... Telefonu Süeda’ya verdi: - Akil, Süeda ben. - Süeda! Neredesin sen!? Cengiz, telefonu Süeda’nın elinden çekip aldı ve kaldığı yerden tehditler savurmaya devam etti: - Bana bak Akil, ben Cengiz. Eğer az önceki konuşmanızın karın ile son konuşmanız olmasını istemiyorsan sana atacağım konuma gel. Anladın mı? - Tamam şerefsiz herif söyle, nereye geleceğim? Cengiz telefonu Akil’in yüzüne kapattı ve iki dakika sonra konumu gönderdi. Akil hiç vakit kaybetmeden ve kimseye haber vermeden Müze’den çıktı. Atılan konum Tiryakizade Süleymanağa Camii’ne getirdi onu. Caminin avlusuna girdiğinde farklı bir telefondan bir mesaj geldi: - Silahın varsa arabanda bırak, arabanın anahtarını musalla taşlarından birisinin üzerine bırak. İçeri gir, sola dön, tahtalı kısımdaki kapıyı aç ve odaya gir. Akil mesajda yazanı harfiyen yerine getirdi. Odaya girdiğinden Cengiz elindeki silahı Süeda’nın kafasına dayamış halde onu karşıladı. Tam Cengiz’in üzerinde atılacaktı ki sağ tarafında duran Hayal ondan önce davranıp elindeki silah ile kafasına vurarak bayılttı Akil’i. Akil kendine geldiğinde yine aynı odadaydı ama hiç kimse yoktu. Hızla camiden çıktı. Önce etrafına bakındı sonra aklına saate bakmak geldi. Yaklaşık bir saat baygın yatmıştı. Arabası halâ bıraktığı yerde, anahtarları ise musalla taşının üzerindeydi. Hızlıca arabanın anahtarlarını aldı ve arabaya doğru koştu. Henüz arabanın yanına varmadan telefonu çaldı: - Alo. - Lan bana bak o… çocuğu Cengiz! Nerede lan karım!? - Ağzını bozma lan! Yanımda, merak etme iyi, şimdilik. - Ulan o… çocuğu, ulan o… çocuğu! Seni varya toprağa dikine gömeceğim ulan! - Eeehh, lan bir susta dinle beni! Şimdi arabana bin, doğru müzeye git, içeriye gir ve sakın hiç kimseye bir şey belli etme. Hale seni takip edecek. Müzeye gidince bir bahane ile Murteza ve Hilmi’yi dışarıya çıkaracaksın, sonrasını Hale halledecek. - Peki yapmazsam? - O zaman… (Bir el silah sesi ve hemen peşine Süeda’nın sesi duyuldu.) karın kan kaybından ölür aslanım. Anladın mı beni? - Tamam lan tamam a… koyduğumun çocuğu tamam! - İyi şimdi s*ktir git dediğimi yap. Akil dalgın bir şekilde müzeye girdi ve bulduğu ilk koltuğa oturdu. Murteza onun bu dalgın hâlini fark etti ve yanına geldi, elini omzuna koydu: - Akil iyi misin aslanım? - Değilim abi. - Belli, hayırdır? - Abi, Hilmi abide gelse, dışarıya çıksak, bahçede anlatsam olmaz mı? - Anlat işte burada. - Abi dışarıya çıkalım öyle anlatacağım. - Peki. Hilmi! - Efendim. - Gel iki dakika dışarıya çıkalım. - Ne oldu ki? - Ben de bilmiyorum halam oğlu, Akil bir şey konuşacakmış. - Allah Allah. İyi çıkalım bakalım. Hilmi, Murteza ve Akil müzenin dışına çıktılar ve kapıdan on beş yirmi adım kadar uzaklaştılar ve bir ışık kitlesi onlara doğru hücum etmeye başladı. Sonra silah sesleri duyuldu. Murteza ve Hilmi vurulmuştu ve yerde yatıyorlardı. Zeynep abilerine doğru koştu ama Ayşen onun müzeden çıkmasına engel oldu. Zeynep’i müzede kalmaya ikna edildikten sonra Suat, Davut ve Orkun, Hilmi ve Murteza’yı içeri taşıdılar. Zeynep abilerinin başında bekliyordu ve etrafına boş boş bakarken Akil’in olmadığını fark etti: - Davut! - Efendim abla? - Akil nerede? - Bilmiyorum abla ama birlikte çıkmışlar dışarıya. - Eee, birlikte çıktılarsa nerede lan bu adam!? - Bilmiyorum abla. - Git bul getir şunu! - Tamam abla. Davut müzenin dışına fırladı ama şok olmuş bir halde içeriye geri döndü ve bulduğu ilk koltuğa oturdu. Suat onun yanına geldi ve omzuna dokundu: - Davut ne oldu lan? - Akil…. - Ee ne olmuş Akil’e? Bu sırada Zeynep onlara doğru yaklaşmaya başlamıştı… - Cengiz’in arabasına bindi gitti abi. - Ne diyorsun lan sen!? Akil yapmaz öyle şey satmaz bizi. - Gözlerimle gördüm abi. Zeynep, Davut’u yakasından tutup ayağa kaldırdı. Davut’a bir yumruk atıp onu yere düşürdü. Sonra Davut’a doğru eğilip yakasından tuttu: - Bana baklan bana, gözlerinle gördün demek ha! - Evet abla gözlerimle gördüm. - Senin gözünü s*kerim, gözleriyle görmüşmüş. Sen Akil’i tanımıyor musun lan!? Akil yapar mı böyle bir şey? - Yaptı işte abla, o şerefsizin arabasına binip gitti. Suat, Davut’un yakasından tutup kaldırdı ve müzenin dışına attı: - Lan s*ktir git buradan lan! Bir daha sakın gelme buraya! - Eyvallah. Davut arkasını dönüp gitmek üzereyken Orkun dışarıya çıktı ve donmuş gibiydi. Suat, Orkun’a birkaç kez seslendi ama Orkun karşılık vermedi. Hızlı adımlarla Orkun’un yanına gelerek omzuna dokundu: - (Suat) Orkun ne oldu lan? - Öldüler... - Ne! - Hilmi ve Murteza abi, öldüler abi… Davut dizlerinin üzerine çöktü ve ağlamaya başladı. Suat donup kalmış bir şekilde etrafına bakmaya başladı ve birkaç dakika sonra Orkun ile içeriye girdiler. Davut ise karanlığın içerisinde gözden kayboldu…
Beğen, Paylaş ve Yorum Yap
Diğer sosyal mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)
...

Bu Yazının Yorumları

Son Yorumlar

Zeliha- 6 saat önce

Sorunu büyütmenin faydası kimseye olmaz aksine çözü... Tercihiniz Hangisi? Çözüm Üretm...

Zeliha- 2 gün önce

@emrebagce Rica ederim bu yazıyı bizlerle paylaştığ... Kanadı Kırık Bir Gençle Sohbet...

Emre Bağce- 2 gün önce

Teşekkür ederim güzel sözleriniz ve kıymetli yorumu... Kanadı Kırık Bir Gençle Sohbet...
Daha Fazlasını Gör