- Yazar: Muhammed ÇELİK
- Kategori: Toplum, Siyaset
- Bu yazı Okuryazar’a 15 saat önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
- Gösterim: 19

İran İslam Devrimi: Kontrollü Modernleşme Mi?-2
Reformist düşünce, İran'da her ne kadar Muhammed HATEMİ'nin 1997 yılında cumhurbaşkanı seçilmesiyle ortaya çıkmış olsa da köklerinin çok geriye gittiğini söyleyebiliriz. İran'da reform ve modernite hareketlerinin meydana gelmesi Türkiye'de meydana gelen modernleşme devrimi veya inkılabı ya da değişimleriyle benzerlik gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu durumun özellikle 1900-1938 yılları arasında etkin olduğunu tarihî vesikalarından okuyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’de başlattığı modernleşme hamlesi, neredeyse aynı yıllarda İran’da Rıza Şah’ın 1925’te askerî bir darbeyle yönetimi ele almasıyla benzer bir biçimde kendini göstermiştir. Her iki ülkede de modernleşme yönünde atılan adımların, dönem itibarıyla birbirine ne kadar benzediğini tarihî belgeler ve dönemin tanıklıkları açıkça ortaya koymaktadır.
Geriye dönüp baktığımızda özellikle 1923-1942 yılları arasında veya bu yılların öncesinde Türkiye'de hangi modernleşme hareketi meydana gelmiş ise Rıza Şah da kendi ülkesinde aynısını uygulamaya çalışmıştır. Ama İran'daki etkin dinî gruplardan dolayı Atatürk kadar başarılı olamamıştır. Bu durum 1942 yılına kadar sürmüştür. Söz konusu tarihte İngiltere ve Amerika gibi devletlerin müdahalesiyle Rıza Şah'a darbe yapılıp kendisi sürgüne gönderilmiştir. Son nefesine kadar sürgünde yaşamıştır. Yerine de genç oğlu Muhammed Rıza Şah getirilmiş ve genç şah da modernleşme hareketini sürdürmüştür.
Genç yaşta tahta oturup Pehlevi Hanedanlığı (1925-1979)'nın varlığını sürdüren Muhammed Rıza Şah'ı babasından ayıran birtakım özellikleri vardı. Birincisi okumuş biriydi hem de Avrupa'da tahsil görmüştü. Bunun için ülkesinde meydana gelen modernleşme hareketlerine ve Batı'yla olan kültürel, siyasi ve iktisadi ilişkilerine ara vermeden devam ettirdi. Bu durum şahlığında zaman zaman birtakım zikzaklar çizmiş olsa da 1979 yılında Ayetullah Humeyni liderliğinde meydana gelen İran İslam Cumhuriyeti devrimine kadar devam etti. 1979'daki bu devrimle birlikte İran, Amerika ve Batı ülkeleriyle yaşadığı çeşitli siyasi krizler sonucunda uluslararası arenada söz konusu siyasi ve ekonomik ilişkilerini de askıya aldı.
Her ne kadar İran'da devrim olmuş olsa da modernleşme hareketinin İranlı aydın ve entelektüeller arasında son bulmamıştır. Belki farklı bir şiveyle yöntem değiştirip kaldığı yerden yoluna devam etmiştir. Bunun en büyük örneği olarak 1997 yılında cumhurbaşkanı seçilen Muhammed HATEMİ'nin olduğunu söyleyebiliriz. İran halkı kendisini reformistlerin babası olarak bilir. Kendisi her ne kadar bir molla geleneğinden gelmiş biri olsa da bu durumu değiştirdiğini kanıtlamaz. Belki onu İranlıların değimiyle “usulgereyan” veya “molla” ya da “ahund” olarak anımsatmamız gerekirdi ama o hem bir “ıslahteleb” hem de bu grubun babasıdır. O, İranlıların dediği gibi "peder-i ıslahteleban est"
Görüldüğü gibi İran moderniteyi, bir molla üzerinden de ilerletmeyi bilmiştir. Bunun birinci sebebi ise velayet-i fakih denilen bir dinî sistemin ülkede hüküm sürüyor olmasıdır. Bazı İranlı aydınlara göre dinî bir yönetimin olduğu bir ülkede modernleşme hareketlerinin ilerleyip gelişmesini beklemenin akılla pek izahı mümkün değildir. Din, çoğu zaman sanıldığı gibi bilime tamamen ters düşen, değişmez kurallar bütünü olmak zorunda değildir. Ancak tarih boyunca dinin nasıl yorumlandığı ve kimler tarafından temsil edildiği, bu ilişkinin yönünü ciddi şekilde etkilemiştir. Din adına söz söyleyen bazı kişi ve grupların, kendi çıkarlarını korumak adına dini araç hâline getirmesi, zamanla din ile bilim arasında doğal olmayan bir karşıtlık algısının doğmasına yol açmıştır. Bu da modernleşme süreçlerinde dini, çoğu zaman ilerlemenin önünde bir engel gibi gösteren yaklaşımları beslemiştir. Oysa mesele, dinin kendisinden çok onun nasıl kullanıldığıyla ilgilidir. Bütün bu olumlu veya olumsuz yaklaşımlara rağmen İranlı aydın ve entelektüeller, modernleşme hareketini molla kökenli bir din âlimi üzerinden de yürütmüştür. Bu şekilde modernleşme hareketi her ne kadar sekteye uğramış olsa da yine de devam etmiştir. Meselenin geldiği bu noktada şu sorular önem arz etmektedir: Bütün modernleşme hareketlerine rağmen İran neden hâlâ üçüncü dünya ülkesi konumundadır? Neden şu an hem kendisi hem de halkı savaşta halindedir ve başkenti boşaltılıyor?
Bu sorulara herkes kendi bakış açısına göre farklı yanıtlar verebilir. Cevaplar kişiden kişiye değişen neden ve gerekçelere dayanır. Bu da gösteriyor ki söz konusu soru nesnel bir değerlendirmeden çok öznel yorumlara açık bir nitelik taşımaktadır. Bu satırların yazarının vereceği cevap da bu şekilde değerlendirilebilir. Bu sorulara yanıt ararken, öncelikle şu noktanın altını çizmek gerekir ki dünyaya kapalı olan toplumlarda yaşanan olayların meydana geliş, biçim, işlev ve rolleri hakkında tahlil, tahkik ve analiz yapmak son derece zordur. İmkânsız olmasa da zordur. Konuya fazla dağılmadan ve ayrıntılara girmeden, doğrudan ve net bir yanıt vermek gerekirse: Müesses Nizam; kendisine muhalefet edenleri bir çatı altında toplayabilmek için aydın ve entelektüellerin öncü olarak kabul ettikleri birini seçmiş olabilir, olabilir mi? Neden olmasın? Bundan 30 yıl öncesine dönüp bakarsak eğer, ilk başlarda böyle bir durumun olmadığını göreceğiz. Ancak zamanla bu varsayımın daha da güç kazandığı, özellikle İran’da muhalif seslerin neredeyse tamamen susturulduğu gözlemlendiğinde daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
Paragrafın girişindeki düşünce farklı bir biçimde şöyle dile getirilebilir: Muhafazakâr kesime yani devlete karşı çıkabilecek bütün muhalif kişileri, grupları, partileri, kesimleri, dinî veya dinî olmayan oluşumları kontrol altında tutabilmek içim reformist şeklinde bir buluş veya olgu ya da objenin bir plan çerçevesinde ortaya çıkarılmadığını iddia etmek ne kadar tutarsız bir mantık hatası ise meydana gelme ihtimali olan bir muhalefetin çıkışı için bir çıkmaz sokak olduğunu iddia etmek de bir o kadar mantıksız bir yargıdır.
Kapalı toplumlarda olayların meydana geliş, biçim, işlev ve rolleri hakkında tahlil, tahkik ve analiz yapmak son derce zordur. En başa dönmek gerekirse, yani sorunun çıkış noktasına: Tüm modernleşme çabalarına rağmen İran neden hâlâ üçüncü dünya ülkeleri arasında sayılmaktadır? Bu soruya önce kısa ve net bir yanıt vermeyi tercih ettim. Ardından bazı yönleri yüzeysel de olsa açıklamaya çalıştım. Fakat gelinen noktada bu açıklamaların yeterli olmadığını ve konunun daha derinlemesine ele alınması gerektiğini düşünmekteyim. Bu nedenle şimdi meseleyi biraz daha kapsamlı şekilde ele almak istiyorum. İran'da 1900-1925 yılları arasında meydana gelen reform hareketlerine baktığımızda bu reform hareketlerin çok gelişmediğini aksine toplum ve devlet arasındaki kavganın daha da çok büyüdüğü ortadadır. İran'ın son 50 yılını mercek altına alıp titiz bir şekilde incelediğimiz ise 20. ve 21. yüzyıllarda bu ülkede meydana gelen siyasî, iktisadî ve ictimaî olayların nasıl geliştiği, neden meydana geldiği, kimin lehine ve aleyhine olduğu ve kendinden sonra ülkenin kaderini nasıl etkilediğini ve de etkileyeceğini de anlayabiliriz.
İran, başlı başına bir paradoks ülkesidir. Ancak yaşanan gelişmeler doğru okunmadığında ve sağlıklı değerlendirmeler yapılmadığında zaten karmaşık olan bu yapıyı anlamak çok daha güçleşir. İran’ın bu çelişkili yapısı, elbette kendi başına ele alınması gereken ayrı bir konudur. Bu nedenle söz konusu meseleyi ilerleyen bir yazıda daha etraflıca ele almak yerinde olacaktır. Şimdi asıl konu: İran'ın son 46 yılı!
Beğen, Paylaş ve Yorum Yap
Diğer sosyal mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)
...
Bu Yazının Yorumları
Son Eklenenler
Son Yorumlar
Serena- 1 hafta önce
@neslihankaya Çok teşekkür ederim İnsanlık ince işçilik ister. İ....
Neslihan- 1 hafta önce
Ana sayfada veya profil sayfanızda "Ne var Ne yok..... İnsanlık ince işçilik ister. İ....
Serena- 1 hafta önce
Youtubedan müzik eklemiştim ama görünmüyor sanırım.... İnsanlık ince işçilik ister. İ....