Okuryazar / Yazılar / İran İslam Devrimi: Siyasi Dönüşüm ve Çatışmalar-1 yazısını görüntülemektesiniz.

Bu bölümde yer alan yazılar Okuryazar üyelerinin; profillerinde, çeşitli kategorilerde yazdıkları bireysel yazıları, deneme, şiir, öykü, makale, bilimsel araştırma vb. tarzda yazdıkları yazılar ile oluşturulmaktadır.

  • Yazar: Muhammed ÇELİK
  • Kategori: Toplum, Siyaset
  • Bu yazı Okuryazar’a 14 saat önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
  • Gösterim: 16
1 kişi bu yazıyı beğendi
Beğen

İran İslam Devrimi: Siyasi Dönüşüm ve Çatışmalar-1

İran İslam Cumhuriyeti'nin hâkim siyasî, yargı ve ictimaî yapısı üzerine bir yazı serisi yazmak istiyorum. Burada anlatacaklarım tamamen kişisel bir gözleme dayanmaktadır. Elbette tarihî ve sübuta ermiş olaylar hem söz konusu makale ve kitaplardan hem de gazete kupürlerinden alıntılanmış olup nesnel bilgi havuzu süzgecinden geçirildikten sonra yazıya aktarılmıştır. Dolayısıyla bu yazı serisi bir bütün olarak ele alınmalıdır. Hadi şimdi başlayalım. İran'da 1979 yılında devrim veya inkılap olunca ülkenin yeni yapısıyla ilgili kanun ve yasalar da çok geçmeden hem devlet adamları hem de devrim yapan etkin siyasî gruplar arasında konuşulmaya başlandı. Her grup kendi siyasî fikrini öne çıkara dursun ülkenin yeni yapısını teşkil edecek fikirlerin Ayetullah Humeyni'nin etrafında oluşan dinî bir yapının oluşturması daha sonra muhalif duruma düşecek diğer bütün siyasî grupları hayal kırıklığına uğratacaktı. Çünkü 2500 yıllık bir monarşinin yıkılmasının ardından yerine kurulacak yeni sistemin ana yapısını oluşturacak karar verici mekanizmada rol almak haliyle bütün siyasî ve buna benzer diğer gruplara müntesip kişiler, mücadele ederek elde edilmiş bir hak olduğunu düşünüyorlardı. Bu durum da ne yazık ki belli karışıklıkların meydana gelmesine neden olmuş ve ülkeyi sonu gelmeyen bazı maceralara sürüklemiştir. İran'da devrim olduktan sonra iç karışıklıklar da baş göstermeye başlamış ve en büyük iç karışıklıklardan biri ülkenin içinde iki farklı bağımsız cumhuriyetin kurulması olmuştur. Türk veya Azeri nüfusunun yoğun olduğu kentlerden biri olan Tebriz'de bu isimle ve Kürtlerin de çoğunlukta yaşadığı ve ülkenin batısında yer alan Kürdistan Eyaleti'nde Mahabad adında iki farklı cumhuriyetin kurulması hiç şüphesiz Humeyni ve talebelerini zor bir duruma sokmuştu. Ama bu iki cumhuriyetin ömrü fazla sürmemiş ve ülkenin silahlı güçleri tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bir taraftan bunlar yaşanırken diğer taraftan da Saddam Hüseyin, İran'ın Arap nüfusunun çoğunlukta yaşadığı Huzistan Eyaleti üzerinde hak dava etmiş ve ülkenin güneyindeki petrol şehirlerini oluşturan bu eyaleti Irak topraklarına katmak için savaş startı vermiştir. Saddam Hüseyin, silahlı güçleriyle İran'a saldırırken İran da geri durmayıp misilleme yapmıştır. İran'ın silahlı güçleri karşı saldırıya geçerken İmam Humeyni de Irak halkına seslenip Saddam Hüseyin'i devirmelerini istiyordu. Saddam Hüseyin kısa sürede İran'ın güneyinin bir bölümünü işgal etmiş ve kendince ikinci hedef olarak ise başkent Tahran'a yönelmiştir. Tahran'a saldırmak isteyen kuvvet ise Rıza Şah'a başkaldırıp devrimde önemli bir rolü olan ama daha sonra Humeyni ile ters düşerek silahlı bir örgüt haline gelecek Halkın Mücahitleri Örgütü olmuştur. Fakat saldırı sırasında örgütün binlerce militanı ya öldürülmüş ya da esir düşüp idam edilmiştir. Bu idamların sayısının altı bini geçtiği söylenmektedir. Burada anlatılanlar ülkenin siyasî ve toplumsal yapısının tasviri için sadece birkaç örnektir. İran-Irak Savaşı boyunca binlerce hazin vaka meydana gelmiştir. İşte böyle trajik vakalarla dolu bir ülkede yönetim şekli belirlenirken ortaya konulan kanun ve yasalarının ciddi manada tartışılması ise belki yeterince ele alınmamıştır. Zira ülke dış düşmanlarına karşı bir savaşta olduğu gibi iç düşmanlarına yani muhaliflere karşı da amansız bir mücadele yürütmüştür. Bir nevi dış savaş, ülkede meydana gelen devrim için adeta bir hayat suyu olmuştur. Bu durumun içerideki muhaliflerin susturulması için de devlete bir fırsat doğurmuştur. Muhalifliğin yok edildiği bir ortamda ise eldeki süper güç tam anlamıyla mutlak bir güce dönüşmüştür. Bu durum da beraberinde birçok hukuksuzluğu getirmiştir. Hatta ülkenin yönetim şekli bile bu yanlış hukuksuzluklardan biri olduğunu düşünen ve bu minvalde çeşitli argümanlar öne süren hem ülke içinde hem de ülke dışında yaşayan birçok siyasetçi, toplum bilimci ve din adamı vardır. Bundan dolayı 1979'da devrimin hemen ardından yapılan referandumda ülkenin yapısına onay verme adına halk her ne kadar "EVET" deyip oy çıtasını %96 yapmış olsa da oy verenlerin çocukları şu an ülkenin yönetim şeklinden hiç razı olmadıkları pek aşikâr bir durumdur. Ülkenin yönetim şekli referandumla son bulmayacak aksine ilk referandumdan 10 yıl sonra ikinci bir referanduma gidilecekti. Bu sefer de başbakanlık makamı kaldırılarak bütün yetkileri cumhurbaşkanına devredilecekti. Nitekim bütün siyasî plan ve olaylar önde gelen etkin siyasetçiler ve Humeyni'nin talebeleri tarafından bir bir icra edildi. İmam Humeyni'nin 1989 yılında ölmesiyle birlikte ülke de yeni bir safhaya girmişti. İran'ın son başbakanı Mir Hüseyin Musevî'nin olduğu başbakanlık makamı kaldırılmış ve onun çalışma arkadaşı ve de dönemin cumhurbaşkanı Ali Hamenei, Refsencani'nin başkanlığında yapılan Uzmanlar Meclisi gizli toplantısında yeni dinî lider ilan edilmişti. Şimdiki dinî lider bu gizli toplantıda her ne kadar kendisinin bu makam için salahiyeti olmadığını başka birinin daha uygun olacağını meclis kürsüsünden ikrar etmiş olsa da kendisinin bu makama ikna edilmesi için geçici olarak görev yapacağını ve daha sonra yeniden bir seçim yapılacağı söylenmiş ve o da kabul etmiştir. Bu gizli toplantı görüntüleri yıllar önce sosyal medyada paylaşılınca insanların dinî liderlik makamı hakkındaki görüşlerinde de farklılık göstermeye başlandı. Öyle ki bazıları o kadar ileri gitti ki Ali Hamenei'nin bu makama layık olmadığını hatta kanunsuz bir şekilde bu din makamda oturduğunu düşünmeye başladılar. Ali Hamenei dinî lider ve Haşimi Refsancani ise ülkenin yeni cumhurbaşkanı olmuştu. Refsabcani 1997 yılına kadar iki dönem görev yaptığı süre boyunca görünürde İmam Hamenei ile her ne kadar ters düşmemiş olsa da 2005 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikisinin arasının açılacağı görülecekti. 1997 yılında ne oldu? Ülkenin siyasî yapısında ne değişti? Neler oldu? Bu tarihte birçok şeyin değiştiğini söyleyebiliriz. Ülkedeki siyasî kavram sözlüğüne yeni mefhumların girdiğini ve bu mefhumların şimdiye dek canlılığını koruyarak ülkeyi geleceğe taşıma adına çok önemli işlevlerinin olduğu üzerinde durup açıklamak gerekir. Çünkü birazdan belirteceğim kavramlar İran'ın ana yapısını da oluşturmaktadır. MUHAFAZAKARLAR Bu iki kavram İran'ın siyasî yapısını yeniden dizayn eden ve bir nevi devletin, toplum mühendisliği yapma adına ya kendiliğinden ortaya çıkmış ya da müesses nizam tarafından ortaya atılmış ve toplum nezdinde belli bir konuma oturtulmuş iki önemli buluştur. Tabii bütün bunlar birer varsayımdır. Aksini iddia etmek de mümkündür. Bundan dolayı öncelikle bu iki kavramı açıklamak gerekir. Birinci kavram; muhafazakâr. Bu kavram batıda kullanılan muhafazakâr kavramıyla değişkenlik göstermektedir. Belki birbirinden tamamen farklı olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü batıdaki muhafazakârlık kavramı veya sistemi genel itibarıyla devlet sisteminin işleyişiyle ilgili bir durumdur. Fakat bu durum komşumuz İran'da daha çok parti veya iktidarda olan herhangi bir hizbin, siyasî görüşünü veya halk üzerinde güttüğü politikasıyla ilgilidir. Bu durumda böyle bir görüşün halk arasında da yaygınlık bulması doğaldır. Hatta halk arasındaki her bir muhafazakâr görüşlü insan, oy verdiği veya oy vermeye meyilli olduğu ya da müntesip olduğu partinin bir temsilcisi olarak kendisini gördüğünden dolayı zamanla bu görüş radikal bir hal de almıştır. REFORMİSTLER Reformizm, İran'da ülkenin her yönüyle ilerlemesini isteyen bir ilerici sistem anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Diğer bir değişle reformist; modernleşmeyi savunan bir sistemdir. Bunun için reformist düşünce ile modernite hep bir zincir gibi birbirini takip ededurur. Her ülke için geçerli olmayabilecek bir durumdan söz ediyoruz. Ancak İran gibi üçüncü dünya ülkeleri özelinde bakıldığında, reformist düşünceyle modernitenin ilişkisi dikkat çekici bir örnek sunar. İran’da reformist bakış açısı, modern düşünceyle kimi zaman aynı hat üzerine ilerler ancak bu iki yaklaşım tamamen örtüşmez. Reformistler moderniteyi benimseyebilir ama bu benimseyiş her zaman tam bir uyum anlamına gelmez. Zaman zaman çelişkiler, yön farkları ya da sınır çizimleri ortaya çıkar. Bu durum İran'daki toplumsal ve düşünsel değişimin tek çizgide ilerlemediğini aksine çeşitli yönlere evrilen bir arayış içerdiğini gösterir. Böyle bir durumda ise çelişkili düşüncelerin iç içe geçtiği bir paradoksun ortaya çıkması kaçınılmazdır. Zira bazen moderniteyi destekleyen ve bazen de moderniteye karşı çıkan bir düşünsel veya siyasi ya da toplumsal bir yapıyla karşı karşıyayız. Bir puzzle gibi görünen böyle bir karmaşayı anlamak ilk başta zor gibi görüneceğinden dolayı reformist düşüncenin geçmişine gitmek lazım. Sonraki yazıyla devam edeceğiz...
Beğen, Paylaş ve Yorum Yap
Diğer sosyal mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)
...

Bu Yazının Yorumları

Son Eklenenler
Son Yorumlar

Serena- 1 hafta önce

@neslihankaya Çok teşekkür ederim İnsanlık ince işçilik ister. İ....

Neslihan- 1 hafta önce

Ana sayfada veya profil sayfanızda "Ne var Ne yok..... İnsanlık ince işçilik ister. İ....

Serena- 1 hafta önce

Youtubedan müzik eklemiştim ama görünmüyor sanırım.... İnsanlık ince işçilik ister. İ....
Daha Fazlasını Gör