- Yazar: Okuryazar Editöryal
- Kategori: Edebiyat, Eğitim
- Etiketler: Deyimler, Deyimlerin Anlamları, Deyim örnekleri
- Bu yazı Okuryazar’a 5 saat önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
- Gösterim: 48

Deyimler Sözlüğü: F Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları
F harfiyle başlayan deyimler, Türkçemizin anlatım gücünü artıran, duyguları ve düşünceleri etkili biçimde ifade etmeye yarayan kalıplaşmış söz öbeklerinden oluşur. Bu sayfada, "Faka basmak" gibi mecazlı deyimlerden, günlük konuşmalarda sıkça karşılaşılan kısa deyimlere kadar F harfiyle başlayan en çok bilinen deyim örneklerini ve anlamlarını bir araya getirdik.
Türk dili derslerinde, edebi metinlerde veya günlük diyaloglarda sıkça karşımıza çıkan bu deyimler, hem çocuklar hem de yetişkinler için dilin zenginliğini keşfetme fırsatı sunar. Özellikle deyim nedir, deyimlerin özellikleri nelerdir gibi soruların yanıtlarını arayan kullanıcılar için bu sayfa, alfabetik ve sade bir kaynak niteliği taşır.
Arama motorlarında sıkça aratılan "F ile başlayan deyimler ve anlamları", "en bilinen kısa deyimler", "ilkokul için 5 tane deyim örneği" gibi sorgulara cevap niteliği taşıyan bu liste, aynı zamanda eğitim amaçlı sunumlar, sınav hazırlıkları ve genel kültür açısından da oldukça yararlıdır.
Sayfanın devamında, F harfiyle başlayan deyimlerin anlamlarını, örnek cümlelerle birlikte detaylı olarak inceleyebilirsiniz.
Faaliyet göstermek:
1. Çalışmak. 2. İşler durumda olmak, etkinlik göstermek.
Örnek: "Casusların en çok faaliyet gösterdikleri liman da burasıydı."
Faaliyete geçmek:
1. Çalışmaya başlamak, çalışır duruma geçmek, işlemeye başlamak; 2. İşler duruma gelmek, etkin duruma gelmek.
Örnek: "Bir siyasi grup, başka cinsten bir faaliyete geçmiş görünüyordu."
Faaliyette bulunmak:
Çalışma içine girmek.
Örnek: "Sendikalar siyasi amaç güdemezler, siyasi faaliyette bulunamazlar."
Faaliyetten alıkoymak:
Çalışması durdurulmak, çalışmadan alıkonulmak.
Faça etmek:
Serenleri başa veya geriye doğru çevirerek yelkenleri sarmak.
Façası olmak:
Havalı, gösterişli olmak.
Façasını almak (al aşağı etmek):
Birini mahcup etmek, bozmak.
Façuna etmek:
Sürtünme veya hava olaylarından korumak amacıyla halatı ince iple sarmak.
Faize yatırmak (vermek):
Parasını faizle çoğaltmak için bankaya para yatırmak.
Faka basmak:
Tuzağa düşmek, aldatılmak.
Örnek: "Beni nasıl faka bastırdılar anlayamadım bir türlü!"
Fakir düşmek:
Yoksullaşmak.
Fakir tavuğu tek tek yumurtlar:
"Destekçisi olmayan, dayanağı olmayan kimsenin işleri yavaş yürür' anlamında kullanılan bir söz.
Fakirlik ayıp değil, tembellik ayıp:
"Yoksulluk utanılacak bir şey değildir, çalışmamak en büyük ayıptır" anlamında kullanılan bir söz.
Fal açmak (bakmak):
Bakla, su, iskambil vb.ne bakarak gelecekte olacak şeyleri anlamaya çalışmak.
Örnek: "Tutun birer niyet de açayım size birer maydanozlu fal!"
Fal taşı gibi:
İri, büyük.
Örnek: "Bu elleri güzel, yüzü çirkin delikanlı, ilk defa, gözleri fal taşı gibi açık, ruhundan bir ses koparabildi."
Fala bakmak:
Fal açmak.
Örnek: "Para ile fala baktığı hâlde geçim sıkıntısından kurtulamıyor."
Falakaya çekmek (yatırmak veya vurmak veya yıkmak):
Falakaya bağlayarak dövmek.
Falso çıkmak:
Bozuk olmak.
Örnek: "Yüzde beş yüz kâr beklediği bu işlerin alt tarafı falso çıkınca apışmış kalmıştı."
Falso vermek:
1. Bozulmaya yüz tutmak.
Örnek: "Artık İstanbul'da her şey gevşemiş, falso vermişti."
2. Açık vermek.
Falso yapmak:
Yanlış davranışta bulunmak.
Örnek: "Yeteneksizliğini ortaya koyacak bir falso yapmaktan korkuyordu."
Faraş gibi (kadar):
Normalinden fazla açılan (ağız).
Fare çıktığı deliği bilir:
"Bir kabahate, suça veya gizli işe kalkışan kişi, yakalanacağını anladığında nereye sığınacağını bilir" anlamında kullanılan bir söz.
Fare deliğe sığmamış, bir de kuyruğuna (kıçına) kabak bağlamış:
1. "Yapamayacağı kadar ağır bir işi varken başka bir iş daha yüklenmiş" anlamında kullanılan bir söz. 2. "Kendisi sığıntı durumundayken yanına bir kişi daha almış" anlamında kullanılan bir söz.
Fare deliği bin altın:
"Herkesin kaçıp saklanacak bir yer aradığı durumlarda, saklanılacak bir yer bulmak çok güçtür ve o yer çok değerlidir" anlamında kullanılan bir söz.
Fare düşse başı yarılır:
Bir yerin boş ve yoksulluk içinde bulunduğunu anlatan bir söz.
Fareler cirit atmak (oynamak):
Bir yer ıssız olmak, kimseler bulunmamak.
Örnek: "Koca köyde fareler cirit atıyordu."
Fariğ olmak:
Vazgeçmek, çekilmek, el çekmek.
Fark atmak:
İleri gitmek, çok üstün gelmek.
Fark etmek:
1. Görmek, seçmek.
Örnek: "Boğaz'ın sisle kaplı olduğunu ancak ön güvertede bir yer bulup oturunca fark etmişti."
2.) Anlamak, sezmek.
Örnek: "Öç almanın fırsatını yakalamış gibi konuştuğunu fark etti."
3. Değişmek, başkalaşmak.
4. Ayırt etmek.
Örnek: "Konuşma kesilmiyor, şimdi yabancı sesleri daha iyi fark etmekteyim."
Fark etmez:
'önemi yok, etkisi olmaz, değişmez' anlamında kullanılan bir söz.
Fark gözetmek:
Ayrı tutmak.
Örnek: Siz erkekler ekseriya nikâhlı kadınla nikâhsız kadınlarınız arasında bir fark gözetirsiniz."
Fark olunmak:
1. Seçilip ayırt edilmek. 2) Anlaşılmak; 3. Sezilmek.
Fark yapmak:
Üstünlük sağlamak.
Farkına varmak:
Gözüne çarpmak, orada bulunduğunu anlamak, fark etmek.
Örnek: "O kalabalıkta senin farkına varacaklarını sanmıyorum."
Farkında olmak:
Görülmesi veya bilinmesi gereken şeylerden haberi bulunmak, kavranması gereken bir şeye dikkat etmek.
Örnek: "Farkında olmadan kendini bir gün bu pis, hastalıklı, cerahatli suyun dibinde bulacaksın."
Fart furt etmek:
Anlamsız, boş sözlerle böbürlenmek, farta furta etmek.
Farta furta etmek:
Fart furt etmek.
Fartası furtası olmamak:
Patavatsızca konuşmak.
Farz etmek:
Varsaymak.
Örnek: "Bu bir nevi başkasını yok farz etmek ve sonunda küçümsemek değil midir?"
Farz olmak:
Yapılması kaçınılmaz olmak: Bunun üzerine, işe bir son vermek farz oldu.
Farz olunmak:
Varsayılmak.
Örnek: "Vapurun kahvecisi Kefalonyalı denilen ve kötü bir insan farz olunan biriydi."
Fasıla vermek:
Ara vermek, kesmek.
Örnek: "Birer kart göndererek baş ağrılarından dolayı bu kabullere fasıla verdiğini bildirmişti."
Fasit olmak:
Namaz, oruç, abdest vb. bozulmak.
Fasulye gibi kendini nimetten saymak:
Kendine çok değer vermek, kendini bir şey sanmak.
Fasulye sırığı gibi:
Zayıf, sıska ve çok uzun boylu.
Örnek: "Fasulye sırığı gibi üç buçuk akasya ile park mı olurmuş?"
Fatura etmek:
Faturalamak.
Fatura kesmek:
Satılan bir şey için fatura düzenlemek.
Faturasını (birine) çıkarmak (ödetmek):
Sorumluluğu birine yüklemek.
Fayda etmemek:
Etkisi olmamak, işe yaramamak, yararlı olmamak.
Örnek: "Hekimler epeyce çalıştılar, ilaç verdiler, kan aldılar ise de fayda etmedi."
Fayda vermemek:
Yararlı olmamak.
Faydalı olmak:
Yararlı olmak.
Örnek: "Şu seyyahlar İstanbul'a faydalı oluyorlar mı bilmem ama bana zararları dokundu."
Faydası dokunmak:
Yararı dokunmak.
Örnek: "Şimdiye kadar bana iki paralık faydan dokundu mu ki her gün alacaklı gibi gırtlağıma sarılıyorsun!"
Faydası olmak:
Yararı olmak.
Örnek: "Kimseye faydası olmayıp da yalnız kendi nefsine ayırdığın servet, asla makbul değildir."
Faydasını görmek:
1. Yarar sağlamak.
Örnek: "Faydasını gördüğümüz ve faydasını görürsek tekrar etmemizi doktor tavsiye ettiği için reçeteyi yine aldım ele."
2. Kâr elde etmek.
Faydasız baş mezara yaraşır:
"Yaşayan kimse bir işe yaramalıdır, bir işe yaramayan kimsenin ölüden farkı yoktur" anlamında kullanılan bir söz.
Fayrap etmek:
1. Ocağın ateşini harlandırmak. 2. Argo herhangi bir işi veya şeyi hızlandırmak.
Örnek: "Beleş rakıyı bulunca fayrap etti."
3. Argo açmak, çıkarmak.
Örnek: "Pencereleri fayrap etti. Gömleği fayrap etti."
Fazla gelmek (kaçmak):
Çekilmeyecek, bıktıracak, tedirgin edecek bir durum almak.
Fazla kaçırmak:
Alışılmış olan ölçüden çok içmek, yemek veya konuşmak.
Fazla mal göz çıkarmaz:
"Ne kadar ve ne türden mal olursa olsun elden çıkarılmamalıdır" anlamında kullanılan bir söz.
Fazla olmak:
Dayanma gücünü aşacak davranışlarda bulunmak, çok olmak.
Fazlalık etmek:
Birinin varlığı, bulunduğu yerde gereksiz olmak.
Feda etmek:
Kıymak, gözden çıkarmak: 'Her şeyi feda ederek onun peşine takılmış.' -H. C. Yalçın.
Feda olmak:
Uğrunda yok olmak: Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Feda olsun!
"Varsın gitsin, uğrunda yok olsun!" anlamında kullanılan bir söz.
Örnek: "Böyle harmancı çingeneler, sana düzinelerle feda olsun!"
Fedakârlığa katlanmak:
Bir amaca, bir emele ulaşmak için birçok sıkıntıya, üzüntüye, güçlüğe dayanmaya çalışmak.
Fedakârlık etmek:
1. Özverili davranmak.
Örnek: "Kadınlar fedakârlık ettikleri erkekleri severler."
2. Azlığına katlanmak, az oluşu ile yetinmek, vazgeçmek.
Örnek: "İlk defa ömründe yemek saatinden fedakârlık etti."
Fedakârlık yapmak (göstermek):
Özverisini ortaya koymak.
Örnek: "Yalnız rica ederim, bir an için zahmet ve fedakârlık daha yapın!"
Örnek: "Arkadaşının karısına gösterdiği fedakârlığı o karısına gösteriyordu."
Felah bulmak:
Kurtulmak, onmak
Örnek: "Kadın delifişeğin biri ise yine felah bulamazsın."
Felce uğramak:
1. Bir işin tamamen bozulması, durup ilerleyemez olması. 2. Hastalık sebebiyle organlarının bir kısmı çalışamaz duruma gelmek, kötürüm olmak.
Örnek: "Yaptığımız işin felce uğramasından korkuyorum."
Felç gelmek:
İnme inmek.
Örnek: "Babam kendisine felç geldiği zaman beni affetti ve çağırttı."
Felç olmak:
1. İnme inmek 2. Bir iş içinden çıkılamaz durum almak, tıkanmak.
Feleğe küsmek:
Talihten yakınmak, şanstan ümidini kesmek.
Feleği şaşmak:
Argo feleğini şaşırmak.
Feleğin çemberinden geçmek:
Hayatta çok günler görmüş, acı tatlı olaylar yaşayıp tecrübe kazanmış, olgunlaşmış.
Örnek: "O ihtiyar mı? Feleğin çemberinden geçmiş biridir o."
Feleğin sillesini yemek (sillesine uğramak):
Büyük bir yıkıma uğramak.
Feleğini şaşırmak:
Argo, ummadığı bir durumda kalmak, şaşkınlık içine düşmek. Örnek: "'Bir gün burada koyu ateş renginde bir hotoz görmüştür ki feleğini şaşırmıştır."
Felek, kimine kavun yedirir kimine kelek:
"Bu dünyada kimi insanlar mutluluk içinde yaşarlar, kimileri de talihsizdirler" anlamında kullanılan bir söz.
Felek yâr olursa:
"Bir terslik çıkmazsa, şartlar uygun giderse" anlamında kullanılan bir söz.
Felekten bir gün (gece) çalmak:
Güzel bir gün veya gece geçirmek.
Felekten kâm almak:
Güzel vakit geçirmek, istediği gibi eğlenmek.
Fellik fellik aramak:
Telâşla, hemen her köşeye bakarak heyecanla aramak.
Örnek: "Bütün her yeri fellik fellik aradım ama bıçağı bulamadım."
Felsefe yapmak:
1. Olayların sebep ve sonuçları üzerine kendince birtakım soyut düşünceler ileri sürmek.
Örnek: "Sana su şehirlerinin felsefesini yaptım."
2. Bilgiçlik taslamak.
Örnek: "Saldırmak onun içgüdülerinden biridir ve yöntemi çekiçle felsefe yapmaktır."
Fena bulmak:
Ölmek, yok olmak.
Fena değil (sayılmaz):
Oldukça iyi.
Fena etmek:
Kötü duruma düşürmek, işini bozmak, zor durumda bırakmak, dövmek.
Örnek: "Biraz daha konuşursan seni fena edeceğim."
Fena yapmak:
Kötü duruma düşürmek.
Fenalık etmek:
Kötülük etmek, kötülükte bulunmak.
Örnek: "Bilmeyerek sütnineciğime ve kendime büyük bir fenalık etmiştim."
Fenalık geçirmek (gelmek veya çökmek):
Kendini bilmeyecek veya bayılacak bir duruma gelmek.
Örnek: "Ben biraz fenalık geçirdim de eczaneden rica ettik."
Fenasına gitmek:
Üzülmek, gücenmek, kırılmak, sinirlenmek.
Fenaya çekmek:
Söylenen bir sözü kötü tarafından anlamak.
Fenaya sarmak:
İş veya durum kötüye gitmek.
Fener alayı:
Bayram gecelerinde kalabalık halk topluluklarının, ellerinde fener veya meşalelerle şehri dolaşarak yaptıkları gösteri.
Fener çekmek:
1. Elinde fenerle önden gitmek.
Örnek: "Fener çeken çocuk, herkese yolunu göstermek mecburiyetinde."
2. Mec. bir kalabalığa önderlik etmek.
Feneri nerede söndürdün:
Şaka, geç kalanlara takılmak için söylenen bir söz.
Fenersiz yakalanmak:
Beklenmedik bir zamanda istenmeyen bir durumla karşılaşmak.
Fennini almak (kapmak):
Bir işin inceliklerini, püf noktalarını kavrayıp o alanda usta olduğunu göstermeye başlamak.
Fent çevirmek:
Düzen, hile yapmak.
Feragat etmek (göstermek):
Hakkından vazgeçmek, el çekmek.
Örnek: "Beni çıkardığı tahtımdan arzumla feragat edeceğim."
Feragat sahibi:
Gönlü tok, özveri gösterebilen, fedakârlık yapabilen.
Ferah tutmak:
İç rahatlığını, huzurunu korumak.
Örnek: "Kendinizi ferah tutunuz. Canınızı hiçbir şeye sıkmayınız."
Ferahlık duymak:
İçinin açıklığını, rahatlığını hissetmek.
Örnek: "Şimdi karşımda alevden bir duvar görüyor, içimde bir ferahlık duyar gibi oluyorum."
Ferahlık vermek:
İç açmak, rahatlık hissettirmek.
Örnek: "Yeni boyanıp temizlenmiş bir ev gibi havası ferahlık veriyordu."
Ferih fahur yaşamak:
Bağımsız, bağlantısız bir biçimde yaşamak.
Örnek: "Nesir kendini nazımdan ayırarak gazetelerde, kitaplarda, kürsülerde, mikrofonlarda ferih fahur yaşıyor."
Feriştahı gelse:
Argo 1. "En güçlüsü, en yetkilisi, en üstünü olsa" anlamında kullanılan bir söz. 2. "En iyisi olsa' anlamında kullanılan bir söz".
Ferman çıkarmak:
1. Padişah tarafından herhangi bir konuda emir verilmek. 2. Yetkili bir kimse tarafından buyruk verilmek.
Ferman dinlememek:
Yasa, kural, yol yöntem tanımamak.
Ferman sizin:
"Siz nasıl isterseniz öyle olsun" anlamında kullanılan bir söz.
Fermanlı deli:
Deli olduğu herkesçe bilinen, zır deli.
Örnek: "Halk bu ülkeyi fermanlı delilerin eline bırakmayacaktır."
Ferman dinlememek:
Kural, yasa, söz dinlememek; hiçbir yerden buyruk almamak.
Örnek: "Âşığın gönlü ferman dinlemez oldu."
Fertik çekmek (fertiği kırmak):
Kaçmak.
Örnek: "Kampana vurup tren kalkacağı esnada 'fertik!' diye bağırırlardı ki 'fertiği kırmak' tabiri buradan kalmadır."
Feryadı basmak:
Çığlık koparmak, yüksek sesle haykırmaya başlamak.
Örnek: "Bu defa da, Sultanahmet'ten gelen efeler değilmiş de feryadı basanlar, onların gündüzki taşkınlığından yüz bulan eroincilermiş."
Feryat etmek:
1. Yüksek sesle haykırmak.
Örnek: "İnsan tehlike karşısında ancak ana diliyle feryat edebiliyor.'"
2. Mec. Büyük bir yokluk, zarar ve sıkıntı içinde bulunmak.
Örnek: "İstanbul, susuzluktan feryat ediyor."
Feryat koparmak:
Yüksek sesle bağırmak, haykırmak.
Örnek: "Pencereden kopardığım feryadı pek geç işittiler."
Ferz çıkarmak:
Acemi bir oyuncuya karşı vezirsiz oynamak.
Ferz çıkmak:
Satrançta piyon, karşıdaki en son kareye kadar sürülüp vezir olmak.
Fesat çıkarmak (fesada vermek):
Ara bozmak, ortalığı karıştırmaya çalışmak, insanları birbirine düşürecek işler yapmak.
Fesat karıştırmak:
Hile yapmak.
Örnek: "... resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma ... suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar." -Anayasa.
Fesat kumkuması:
Tamamıyla kötülük düşünen, insanları birbirine düşürecek işler yapan, ortalığı karıştıran.
Fesini havaya atmak:
Sevinmek.
Fetva çıkarmak:
Esk. belli bir konuda dinî hukuk kurallarına göre izin almak.
Örnek: "Şimdi müftüye gideceğim, fetva çıkarıp senden boşanacağım."
Fetva vermek:
1. Herhangi bir işlemin veya eylemin din kurallarına uygun olup olmadığı konusunda konuyla ilgili bilim adamlarınca açıklama yapılmak. 2. Bir işin yapılabilmesi için yargıda bulunmak. 3. mec. gereksiz yere emir verir gibi konuşmak.
Fetvayişerife çıkarmak:
1. Şeyhülislam fetvası ilan etmek. 2. mec. kendi kendine yorum getirmek. Örnek: "Fetvayişerife mi çıkarıyorsun be?".
Feveran etmek:
Birdenbire öfkelenmek, köpürmek, parlamak. Örnek: "Beni dinlemeden öyle feveran etme ... hiddetlenme!"
Fevt etmek:
Yitirmek, elden kaçırmak.
Fevt olmak:
1. Yitmek; 2. Ölmek.
Fıçı gibi:
Kısa boylu ve çok şişman.
Fıkır fıkır kaynamak:
1. Bir şeyden bir yerde çok bulunmak. Örnek: "Peynir tenekesinde fıkır fıkır kurt kaynıyor." 2. Yerinde duramamak.
Fındık kabuğunu doldurmaz:
Önemsiz, değersiz.
Fındık kırmak:
Çapkınlık yapmak.
Fındık kurdu gibi:
Ufak tefek, tombulca, sevimli.
Fır dönmek:
Bir kimseye yaranmak veya yardım etmek için üstün çaba harcamak. Örnek: "Kızı, annesinin çevresinde fır dönüyor."
Fırça çekmek (atmak):
Paylamak.
Fırça gibi:
Dik, sık ve sert (saç, sakal). Örnek: "Fırça gibi sert, gür saçları kırlaşıyor."
Fırça yemek:
Paylanmak.
Fırıldak çevirmek (veya döndürmek):
İsteğini elde etmek için hileli yollara başvurmak.
Örnek: "Anasının gözü kardeşi, işi gücü fırıldak çevirmek."
Fırıldak gibi:
Düşüncesini sürekli değiştiren, sözünden dönen (kimse).
... fırın ekmek yemesi lazım:
"Bir duruma erişmek için pek çok emek vermesi, çalışması gerekir" anlamında kullanılan bir söz. Örnek: "Onun usta olması için daha beş fırın ekmek yemesi lazım."
Fırın gibi:
Çok sıcak (yer).
Fırsat beklemek (aramak):
En uygun şartı, durumu veya zamanı kollamak.
Fırsat bilmek:
Bir şeyden belli bir amaçla hemen yararlanmak. Örnek: "Bazı kişiler üstüme varmak için fırsat kolluyorlar; yalnız eski kamyonlarla katırlardan söz açarsam olabilir ki fırsat bilirler."
Fırsat bu fırsat:
"Yararlanılacak en uygun zaman" anlamında kullanılan bir söz. Örnek: "Fırsat bu fırsat deyip gelip görüyorlar, yiyip içiyorlar."
Fırsat bulmak:
Uygun, elverişli zaman bulmak. Örnek: "Ben ve ablanız, fırsat buldukça size serbest ders vermeye geleceğiz."
Fırsat düşmek (çıkmak):
Bir imkâna kavuşmak. Örnek: "Evet mademki fırsat düşmüştü. Cesaretini göstermek lazımdı."
Fırsat düşkünü:
Çıkar sağlamak, kötülük yapmak için fırsat kollayan kimse.
Örnek: "Fırsat düşkünü insanlardan nefret ederim."
Fırsat her vakit ele geçmez:
"Fırsat insanın eline çok seyrek geçtiği için çıkan fırsat iyi değerlendirilmelidir" anlamında kullanılan bir söz.
Fırsat kollamak (gözlemek):
Yapmak istediği iş için uygun bir zaman veya bir durum beklemek. Örnek: "Sonra fırsat kollamasını biliyordu ve tekme yapıştıracak, çelme takacak zamanı içgüdülerin şaşmazlığıyla seçiyordu."
Fırsat sakal altından geçer:
"Fırsatı yakalayabilmek için uygun zamanı kollamak gerekir" anlamında kullanılan bir söz.
Fırsat vermek:
Bir işi yapmak için uygun, elverişli şartı sağlamak. Örnek: "Bu çeşit yazılara cevap vermek hasma fırsat vermek olur."
Fırsatı ganimet bilmek:
Çıkan fırsattan en iyi biçimde yararlanmak. Örnek: "Fırsatı ganimet bilen İbrahim Ağa, soluğu doğru Eminönü'nde aldı."
Fırsatı kaçırmak:
Elverişli durumdan yararlanmamak. Örnek: "Fırsatı kaçırmadım, hakkında malumat topladım."
Fırsatını düşürmek:
Kolayını bulmak.
Fırsattan istifade etmek:
Ele geçirilen imkân veya durumdan en iyi biçimde yararlanmak.
Fırtına atlatmak:
Güç durumdan kurtulmak. Örnek: "Ne sen gideceksin ne de ben. Böyle kaç fırtına atlattık biz."
Fırtına çıkmak:
Sert rüzgâr esmeye başlamak.
Fırtına gibi:
1. Hızla, birdenbire. Örnek: "Fırtına gibi geldi gitti." 2. Aceleci. Örnek: "Fırtına gibi adam."
Fırtına kopmak (patlamak):
1. Şiddetli fırtına çıkmak. Örnek: "Fırtına kopmadan epey önce köpek balıkları açık denizlere kaçarlar." 2. mec. Bir yerde kavga ve gürültü çıkmak.
Fıstık gibi:
1. Dolgun, besili ve canlı. 2. mec. Çok güzel. 3. Argo alımlı, çekici (kadın).
Fıstıki makamla:
Ağır ağır, yavaş yavaş. Örnek: "Akşam serinliğinde fıstıki makamla Sarıyer'in yolunu tuttum."
Fıtık etmek:
Sıkıntı vermek, üzmek. Örnek: "Aklından, fıtık etti ha, cevap olumsuz herhâlde ama insan bir söyleyiverir, diye geçmekteydi."
Fıtık olmak:
Büyük sıkıntı duymak, kahrolmak, çaresiz kalmak.
Fidan gibi:
İnce ve uzun (boy). Örnek: "Fidan gibi bir boy, yağız bir çehre, üst dudağında hafif bir gölge."
Figan etmek:
Bağırarak ağlamak, inlemek. Örnek: "Emrah eder düştüm dile / Bülbül figan eder güle."
Fiile koymak:
Eyleme geçirmek. Örnek: "Dava insanın, ben daha çok işe yararım kanaatine varması ve bunu fiile koyabilmesidir."
Fikir almak:
Birinin düşüncesinden yararlanmak.
Örnek: "Fikir alınacak insanlar konularında ehil kişiler olmalı."
Fikir edinmek:
Kanaat sahibi olmak. Örnek: "'Ama ben, bir kitap üzerine bir fikir edinmek istedim mi o kitabı kendim okurum."
Fikir vermek:
1. Bir konuda düşüncesini bildirmek. 2. Bir konuda yol gösterici bilgi edinmek.
Örnek: "Nasıl yapmalıyım? Bana biraz fikir versenize."
Fikir yormak:
Bir konuda çok düşünmek.
Fikir yürütmek:
Bir konu üzerinde kendi düşüncesini söylemek, tahminlerde bulunmak.
Örnek: "Bu konuda fikir yürütmek işime gelmiyor."
Fil dişi kuleden bakmak:
Herkesi küçümseyip kendini farklı görmek.
Fil dişi kuleye çekilmek:
Herkesi küçümseyip kendisine özgü dünyasına çekilmek. Örnek: "Çöküşün ve çöküşten kaçışın, fil dişi kuleye çekilişin yarattığı isyanlar kitaplaşmamıştır."
Fil gibi:
1. Çok yemek yiyen (kimse). 2. Çok şişman (kimse).
Fildişi gibi:
Donuk, beyaz (ten).
Filinta gibi:
Genç, ince uzun boylu, çevik, yakışıklı (kimse).
Filiz gibi:
İnce ve güzel vücutlu.
Filiz vermek:
1. Sürgün çıkmaya başlamak. Örnek: "O sene ise buğday ekmişler, tam filiz verecekken Sakarya taşmış, yirmi gün çekilmemişti." 2. mec. Ortaya çıkmak. Örnek: "Ama bu arada hiç akıllarda olmayan bir sıkıntı filiz vermişti."
Film çekmek:
1. Bir sinema kamerasıyla görüntüleri tespit etmek veya bir hareket ve görünüşün sıralı resmini çekmek. 2. Vücudun röntgenini almak.
Film çevirmek:
1) Beyaz perdede oynatılacak bir eseri filme almak veya bu eserin çekilişi sırasında rol yapmak. Örnek: "Sanki buraya film çevirmeye gelmişti." 2. Argo eğlenmek, hoş vakit geçirmek.
Film oynamak:
Bir film, sinemada gösterilmekte olmak.
Film oynatmak:
Bir filmi sinemada göstermek.
Finale kalmak:
Şampiyonu belirleyecek son yarışmaya katılma hakkını kazanmak.
Fincan gibi:
İri ve patlak (göz).
Fincancı katırlarını ürkütmek:
Zararı dokunacak bir kimsenin hoşuna gitmeyen bir davranışta bulunmak.
Örnek: "Kaymakamla konuşurken dikkatli ol, fincancı katırlarını ürkütme sakın!"
Fink atmak:
Hiçbir şeye aldırmadan gönlünce gezip eğlenmek, şurada burada oynayıp zıplamak.
Firar etmek:
Kaçmak.
Fire vermek:
Eksilmek, azalmak. Örnek: "Halk edebiyatı gibi, divan edebiyatı da çok fire verdi elbet."
Fiske fiske kabarmak (olmak):
Kabarcıklar oluşmak: Yumurta yiyince çocuğun derisi fiske fiske kabardı.
Fiske kondurmamak (dokundurmamak):
Bir kimse veya nesneyi en küçük bir tehlikeden bile korumak, titizlikle savunmak.
Fiskos etmek:
Birilerinin bulunduğu bir yerde birkaç kişi gizlice ve alçak sesle konuşmak.
Örnek: "Utanmıyor musunuz bu kadar kişi içinde fiskos etmeye?"
Fiş açmak:
Bir işle ilgili konuda gereken bilgileri fiş üzerine yazmaya başlamak, fişlemek.
Fişek atmak:
1. Ortalığı karıştıracak bir söz söylemek 2. Kaba cinsel birleşmede bulunmak.
Fişek gibi:
Hızla.
Fişek salıvermek:
Ara bozacak söz söylemek.
Fişini çekmek:
1) Birine zarar vermek; 2) Birini öldürmek; 3) yaşama dönme umudu olmayan hastayı, nefes alması, kalbinin atması gibi faaliyetlerini yerine getiren aletlerden ayırmak.
Fişini tutmak:
bir kimsenin davranışlarını fiş üzerinde belirlemek.
Fit olmak:
Argo ödeşmek, razı olmak: 'Kilosunun fiyatına bir fakir ailenin bir hafta fit olduğu çilekler ne çirkin şeylerdir.' -S. F. Abasıyanık.
Fitil gibi:
Çok sarhoş.
Fitil olmak:
1. Çok içip sarhoş olmak. 2. Aşırı ölçüde kızmak.
Örnek: "Fitil oluyorum şu adamın hareketlerine!"
Fitne fesat çıkarmak:
1. Ara bozucu söz söylemek. 2. Ara bozucu davranışta bulunmak.
Fitne sokmak:
İnsanları birbirine düşürecek, aralarını bozacak davranışta bulunmak, sözler sarf etmek.
Fiyaka satmak (sökmek):
Argo. gösteriş yapmak, caka yapmak, çalım satmak. Örnek: "Okula gidiyor diye fiyaka söküyor bize."
Fiyasko vermek:
Bir girişim başarısızlıkla sonuçlanmak.
Fiyat ayarlamak:
Para değerindeki değişiklik ve başka ekonomik şartlar dolayısıyla fiyatları düzenlemek.
Fiyat biçmek:
Bir şeyin değerini belirlemek, para karşılığını tespit etmek.
Örnek: "Bu malın fiyatını biçmek o kadar kolay değil."
Fiyatı dondurmak:
Fiyatın yükselmesini önlemek, fiyatların olduğu gibi kalmasını sağlamak.
Örnek: "Belediye et fiyatlarını dondurmaya yanaşmıyor."
Fiyat kırmak:
Fiyatı birilerinin verdiğinden az vermek, fiyatı düşürmek.
Örnek: "Müteahhitlerden ikisi anlaşarak ihalede fiyat kırma yoluna gittiler."
Fiyat vermek:
İsteyeceği veya ödeyeceği fiyatı bildirmek. Örnek: "Ne fena fena bakar, ne de olmayacak bir fiyat verdiğim zaman homurdanır."
Fiyatları dondurmak:
Fiyatların yükselmesini önlemek, fiyatların olduğu gibi kalmasını sağlamak.
Fol yok yumurta yok:
Bir konu ile ilgili ortada hiçbir belirti olmadığı hâlde varmış gibi bir kuşkuya düşüldüğünde kullanılan bir söz. Örnek: "Henüz ortada fol yok yumurta yok, sen adama para ödemeye kalkışıyorsun."
Fonda etmek:
Demir atmak. Örnek: "Bir iki geminin fonda ediş gürültüsünü duyan Çakır Ayşe, kıyıya seğirtti."
Fondip yapmak:
Bir solukta, bir dikişte içmek.
Fora etmek:
1. Açmak, çözmek. Örnek: "Bütün yelkenleri fora ettik." 2. Argo, Çıkarmak. Örnek: "Arkadaşlar da derinliğine bir samimiyetle ceketlerini fora etmişler." 3. Argo, Bıçak, tabanca vb.ni çekip çıkarmak. 4. Açmak, çıplak duruma getirmek. Örnek: "Gözlerine sürme çeken, kolunu ve omzunu fora eden kız yani ben, kendime yabancı geliyordum."
Format atmak (çekmek):
Biçimlendirmek.
Formda olmak:
Gerekli güç ve yeteneklere sahip olmak. Örnek: "Güreşçilerimiz formda olmak zorundadır."
Formdan düşmek:
Güç ve yeteneği yitirmek.
Formunu korumak:
1. Gerekli güç ve yeteneği bozmadan sürdürmek. 2. Diri ve canlı görünmek.
Formül bulmak:
Bir çözüm, işi çözümleyecek çıkar yol bulmak. Örnek: "Sabahtan beri bir formül bulmaya çalışıyorum, sense yatıyorsun!"
Forsu kalmamak:
Sözü geçmez olmak; bir konuda saygınlığı, gücü kalmamak. Örnek: "Adamları arasında da forsu kalmayacak onun."
Forsu olmak:
Bir konuda saygınlığı, gücü, söz geçirirliği bulunmak.
Forsunu yitirmek (kaybetmek):
Etkinliğini ve saygınlığını kaybetmek.
Fos çıkmak:
Bir işin sonu gelmemek, boş çıkmak.
Fotoğraf çekmek:
Fotoğraf makinesiyle görüntü tespit etmek.
Fotoğrafını almak:
Fotoğraf makinesiyle görüntüsünü tespit etmek.
Foyası meydana (ortaya) çıkmak:
Bir olay dolayısıyla bir kimsenin yalanı, dolanı, hilesi, kötü niteliği, kusuru ortaya çıkmak.
Örnek: "Yakında onun da diğerleri gibi foyası meydana çıkacak."
Foyasını belli etmek:
Göz boyacılığı, suçu, kötü niteliği veya gizli niyeti ortaya çıkmak. Örnek: "İnsana güzel gibi gelen, foyasını ancak gözle görülür şeklin içinde belli eden bir âlemdedirler."
Fön çekmek:
Aletle saçı kurutup biçim vererek taramak.
Fukara babası:
Yoksulları koruyup gözeten, onlara yardım elini uzatan, elden geldiğince yardım etmeyi seven kimse. Funda demir etmek
Fücceten gitmek:
Ansızın ölmek.
Fülsüahmere muhtaç olmak:
Çok fakir, düşkün, zavallı olmak.
Fütur etmemek:
Umursamamak, önemsememek. Örnek: "El âlem huzurunda fütur etmeden akıllarına estiği zaman gelir, iki tek atarlar."
Fütur getirmek:
Bezginlik getirmek, bezmek.
Fütur getirmemek:
Bezginlik getirmemek, umutsuzluğa düşmemek. Örnek: "Sakın fütur getirme, göreceksin başaracağız."
🔤 Deyimler Sözlüğü: A'dan Z'ye En Bilinen Kalıplaşmış Deyim Örnekleri ve Anlamları
Beğen ve Yorum Yap
Bu Yazının Yorumları
Şu yazılar da ilginizi çekebilir
Kadir TEPE- 6 gün önce
Neslihan- 1 ay önce
Esma Doğan- 1 ay önce