Okuryazar / Dergi / Deyimler Sözlüğü: H Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları yazısını görüntülemektesiniz.
2 kişi bu yazıyı beğendi
Beğen
Deyimler Sözlüğü: H Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları

Deyimler Sözlüğü: H Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları

H harfiyle başlayan deyimler, Türkçemizin anlatım gücünü artıran, duyguları ve düşünceleri etkili biçimde ifade etmeye yarayan kalıplaşmış söz öbeklerinden oluşur. Bu sayfada, "hayata atılmak" gibi mecazlı deyimlerden, günlük konuşmalarda sıkça karşılaşılan kısa deyimlere kadar H harfiyle başlayan en çok bilinen deyim örneklerini ve anlamlarını bir araya getirdik.

Türk dili derslerinde, edebi metinlerde veya günlük diyaloglarda sıkça karşımıza çıkan bu deyimler, hem çocuklar hem de yetişkinler için dilin zenginliğini keşfetme fırsatı sunar. Özellikle deyim nedir, deyimlerin özellikleri nelerdir gibi soruların yanıtlarını arayan kullanıcılar için bu sayfa, alfabetik ve sade bir kaynak niteliği taşır.

Arama motorlarında sıkça aratılan "H ile başlayan deyimler ve anlamları", "en bilinen kısa deyimler", "ilkokul için 10 tane deyim örneği" gibi sorgulara cevap niteliği taşıyan bu liste, aynı zamanda eğitim amaçlı sunumlar, sınav hazırlıkları ve genel kültür açısından da oldukça yararlıdır.

Sayfanın devamında, H harfiyle başlayan deyimlerin anlamlarını, örnek cümlelerle birlikte detaylı olarak inceleyebilirsiniz.


H Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları


Ha babam (ha): 

1. Devamlı olarak, hiç durmadan. 2. Karşısındakinin çabasını, gayretini artırmak için kullanılır. Örnek: "Ha babam ha, az kaldı, bitireceğiz işi."

Ha bire: 

Durmadan, arka arkaya, sürekli olarak, ara vermeden. Örnek: "Tarlada bir adam ha bire çalışıyordu."

Ha bugün ha yarın: 

Neredeyse, kısa bir süre içinde. Örnek: "Ha bugün ha yarın gelecek diye bekliyorlar."

Ha deyince: 

İstenilen anda.

Ha gayret: 

Kuvvet vermek, cesaretlendirmek, yardım etmek için söylenen bir söz.

Ha Hoca Ali, ha Ali Hoca: 

Farklı gibi gösterilen iki şeyin, gerçekte hiçbir değişikliği yoktur, "ikisi de birdir" anlamında kullanılır.

Ha şöyle: 

Yapılan bir işin beğenildiğini anlatan bir söz.

Ha şunu bileydin: 

"Bunu çoktan anlaman, bilmen gerekirdi" anlamında kullanılan bir söz.

Habbesi kalmadı (yok): 

"Kalmadı, bitti, tükendi" anlamında kullanılan bir söz.

Habbeyi kubbe yapmak: 

Önemsiz, küçük bir şeyi büyütüp mesele çıkarmak. Örnek: "Söyle ona, habbeyi kubbe yapıp durmasın, ne olmuş çocuk biraz geç kalmış da!"

Haber almak: 

Kendisine bildirilmek, öğrenmek, bilgi edinmek. Örnek: "Sizden haber almayalı bir seneden fazla oldu."

Haber atlamak: 

Gazetecilikte bir haberi vaktinde yayımlayamamak.

Haber çıkmamak: 

Biri veya bir şey için beklenen bilgi gelmemek.

Haber geçmek: 

Teleks, telefon vb. ile bilgi iletmek.

Haber göndermek: 

Herhangi bir araçla bildirmek. Örnek: "Kayıkları olmayanlar mahalledeki en alışık oldukları kira sandallarına haber gönderirler."

Haber patlatmak: 

Çok önemli bir haberi ilk kez açıklamak. Örnek: "Bu haberi patlatacak olan gazete en az bir hafta gündemi belirlemiş olacak."

Haber salmak (yollamak): 

Haber göndermek. Örnek: "Ben bu sevdadan vazgeçmez iken / Gizli gizli haber salıp durmasın."

Haber uçurmak: 

Çabucak, gizlice haber göndermek. Örnek: "Hemen haber uçurun köye, kaymakam bu gece misafir olacakmış!"

Haber vermek: 

1) bildirmek, haber ulaştırmak. Örnek: "O evlerin ısıtılacağını, akşama sıcak yemek yapılacağını, evlerin ıssız olmadığını haber verirdi." 2) bir durumun, bir olayın belirtisi olmak. Örnek: "Günlerden beri artan iştahsızlık ve derin yorgunluk fena günlerin yaklaştığını haber vermiş olabilirdi."

Haberden haber vermek: 

Bir kimse veya bir konuda bilgi istemek.

Haberi olmak: 

Bilgisi olmak, bilmek. Örnek: "Annesinin bir şeyden haberi olmadığı için hemen söze karıştı."

Haberin olsun! 

Birine herhangi bir konuda uyarıda bulunmak için söylenen bir söz.

Haberli olmak: 

Öğrenmiş olmak, haber almış bulunmak. Örnek: "En yeni teknolojik bilgilerden haberli oluyorlar."

Hacamat etmek: 

1) Hacamat yoluyla kan almak; 2) Argo: Hafifçe yaralamak.

Hacet dilemek: 

İstekte bulunmak. Örnek: "Artık ne hacet dilese, ne murat etse oluyor."

Hacet görmek: 

1) Gerekli bulmak, gerekli saymak. Örnek: "Kendi kuvvetlerini ve yiğitliklerini söylemeye, vaka ile tespit etmeye hacet görmüyorlar." 2) Tuvalete gitmek; 3) Alışveriş yapmak.

Hacet kalmamak: 

Gereği olmamak. Örnek: "Lakin zora hacet kalmadı."

Hacet yok: 

"Gerekliği yok, gerekli değil, istemez" anlamında kullanılan bir söz. Örnek: "Hiç üzülmeyin, yemin etmenize de hiç hacet yok."

Hacetini yapmak (görmek): 

Küçük veya büyük abdestini yapmak.

Hacı ağa: 

Özellikle büyük kentlerde gereksiz yere çok para harcayan, taşralı bilgisiz zengin. Örnek: "Ne bu israf! Hacı ağa mısın sen?"

Hacıağalık etmek: 

Gereksiz yere, gösteriş için bol para harcamak.

Hacir altına almak

1) Kısıtlamak. Örnek: "Mümkün olduğu kadar uzun zaman devam etmesi için onu âdeta hacir altına almıştık." 2) Hukuk: Hastalık, bunama vb. sebeplerden dolayı davranışlarının nasıl sonuç vereceğini bilemeyen bir kişiyi mahkeme aracılığıyla mal ve mülk yönetimi bakımından kısıtlamak; 3) Hukuk: Medeni Kanun'a göre çeşitli haklarını kullanmaya yetkili olan kişinin bu haklarını mahkeme kararı ile elinden almak, haklarını kullanma bakımından kısıtlamak.

Haç çıkarmak: 

Hristiyanlar, sağ ellerini alın, karın, iki omuz başı ve göğüs hizasına götürerek haç biçiminde tapınma işaretini yapmak, istavroz çıkarmak. Örnek: "Beraber eski kilise harabesine girdiler, kadın burada haç çıkardı."

Haddeden geçirmek: 

1) Madenleri tel durumuna getirmek için haddeyi kullanmak; 2) Mec.: En küçük ayrıntısına kadar incelemek, dikkatle araştırmak.

Haddi hesabı yok: 

Sayılamayacak kadar çok, sınırsız, ölçüsüz. Örnek: "Çocuklara yemiş getirenin haddi hesabı yok."

Haddi mi (Haddine mi düşmüş!): 

"Onun bunu yapmaya yetkisi yoktur; böyle bir işe nasıl, hangi yetenekle girişir? Bu işi yapması imkânsızdır" anlamında kullanılır. Örnek: "Haddine mi düşmüş ki ona söz söyleyebilsin."

Haddi zatında: 

Aslında. Örnek: "Haddi zatında sen ona hakkını vermemiştin ki!"

Haddikifayeyi bulmak: 

Yeterince olmak.

Haddini aşmak: 

Ölçüyü kaçırmak, aşırı gitmek. Örnek: "Elverir ki insanı insan eden bu kuvvet, haddini aşmasın ve delilik çapına varmasın."

Haddini bildirmek: 

Yetkisi dışındaki işlere karıştığı için sert bir karşılık vererek onu cezalandırmak, yola getirmek, uslandırmak, yetki sınırını bildirmek. Örnek: "Haddini bildirin şu serseme de bir daha onun bunun malına el uzatmasın."

Haddini bilmek: 

Kendi değer ve yeteneğini bilmek, üstün görmemek, kendi yapabileceği şeylerin ötesine geçmemek. Örnek: "Merak etme sen, o haddini bilen bir çocuktur."

Hadım etmek: 

1) Kısırlaştırmak; 2) mec. Köreltmek, önemini azaltmak. Örnek: "Bugün Batı dünyasında sanatı, tüketim toplumu modelinin yararına olmak üzere hadım etme çabalarına rastlanmakta."

Hadi canım sen de: 

Haydi canım sen de.

Hadi oradan: 

Haydi oradan.

Hadise çıkarmak: 

Olay çıkarmak. Örnek: "Gürültü etmeden, iz bırakmadan, hadise çıkarmadan çalışıyorlar, arılar gibi."

Hafakanlar basmak (boğmak): 

Sıkıntıdan bunalmak.

Hafızayı yoklamak: 

Hatırlamaya çalışmak. Örnek: "Hafızamı yokluyorum, bu imza ile karşılaştığım gün, yirmi yılın gerisinde."

Hafif atlatmak: 

Kötü bir durumdan çok az bir zararla kurtulmak.

Hafif gelmek: 

1) Ağırlığı fazla olmamak. Örnek: "Çok hafif geldiği için düvene ağır bir taş oturtmuşlardı." 2) Mec.: Önemsiz görmek, değer verilmemek.

Hafife almak: 

Küçümsemek, önem vermemek. Örnek: "Beni hafife alıyorlar ama yanılıyorlar."

Hafiflik etmek: 

Yakışıksız bir davranışta bulunmak veya söz söylemek.

Hafiften almak: 

Önemsiz bulup üzerine düşmemek, yeterince ilgilenmemek.

Hafta sekiz, gün dokuz: 

"Tedirgin edercesine sık sık' anlamında kullanılan bir söz. Örnek: "O, hafta sekiz, gün dokuz bizdedir!"

Hah şöyle: 

Ha şöyle. Örnek "Hah şöyle, biraz kendini göster!"

Hak etmek: 

1) Bir emek karşılığı hakkı olan şeyi elde etmek, hak kazanmak. Örnek: "Mutlu, başarılı, kendine güvenmeyi hak etmiş birisi." 2) Layık olduğu kötü karşılığı almak; 3) Bir başarı dolayısıyla ödüllendirilmek. Örnek: "Kadın dergileri bizi göklere çıkarıyorlardı, bunu da hak etmemiştik."

Hak getire: 

"Yoktur, bulunmaz, Allah vermemiştir" anlamında kullanılır. Örnek: "Öyle bir diyardayız ki su ve yiyecek Hak getire."

Hak (hakkını) yemek: 

Başkalarının hakkını vermemek. Örnek: "Hem benden haber bekleyen okuyucularımın hakkını yiyor, öteki genç okuyucularımın kalbini kırıyorum."

Hâk ile yeksan etmek (olmak): 

1) Yapı, şehir vb. için temelinden yıkıp harap etmek, bütünüyle ortadan kaldırmak veya kalkmak; 2) yapı, şehir vb. için temelinden yıkıp harap olmak, bütünüyle ortadan kaldırmak veya kalkmak.

Hak kazanmak: 

Davasında haklı olduğu meydan çıkmak, emeğinin karşılığını alabilecek duruma gelmek. Örnek: "Emekliliğe yedi yıl sonra hak kazanacağım."

Hak yolu: 

Cenab-ı Allah'ın insanlara kitapları ve peygamberleri ile bildirdiği, dünya hayatında tutmaları gereken yol, yaşama düzeni, doğru ve haklı yol.

Hakaret saymak: 

Bir sözü veya davranışı hakaret olarak kabul etmek.

Hakikatsiz çıkmak: 

Yakınlığı ve bağlılığı sürekli olmamak: Dost bildiğim insan hakikatsiz çıktı.

Hakir görmek: 

Önemsememek, değer vermemek, küçümsemek, küçük görmek, hor görmek.

Hakk-ı sükût (sus payı): 

Bir konu üzerinde konuşmaması, bildiği şeyi söylememesi karşılığında bir kimseye sağlanan yarar.

Hakkı geçmek: 

1. Birisinin payından bir başkası almış olmak. 2. Bir şeyde veya bir kimsede emeği bulunmak. Örnek: "Komşumun çok hakkı geçmiştir bana, onunla mutlaka helâlleşmeliyim."

Hakk'ın rahmetine kavuşmak (Hakk'a kavuşmak, Hakk'a yürümek): 

Ölmek. Örnek: "Hüsmen Hakk'a kavuştu diye mırıldandı."'

Hakkı olmak: 

1) Payı, alacağı, hissesi olmak; 2) Sözünde, düşüncesinde, iddiasında haklı olmak.

Hakkı ödenmemek: 

Birinin iyiliklerine, emeklerine karşılık olarak ne yapılsa az olmak.

(...) hakkı tanımak: 

İzin vermek. Örnek: "Saliha, anneye çocuğunu haftada iki kere görme hakkı tanıyan kararı yazdırıyor."

Hakkı var: 

"Doğru düşünüyor, doğru söylüyor, doğru davranıyor" anlamında kullanılan bir söz. Örnek: "Hakkınız var; dağ, çöl ve deniz hasreti dinmez hasretlerdenmiş."

Hakkından gelmek: 

1. Güç bir işi başarı ile sonuçlandırmak. 2. Öç almak, yenmek veya cezasını vermek. Örnek: "Siz onu bana bırakın, hakkından gelmesini bilirim."

Hakkını aramak: 

Hakkı olduğuna inandığı şeyi elde etmeye çalışmak.

Hakkını helâl etmek: 

Geçen hakkını, emeğini bağışlamak. Örnek: "Annem inşallah hakkını helâl eder bana."

Hakkını vermek: 

1. Bir şeyin lâyıkıyla yapılması için ne gerekiyorsa ondan kaçınmamak. 2. Birinin çalışmasını gereğince değerlendirmek, hakkı olan şeyi vermek. Örnek: "Çalıştırdığın kişinin hakkını vermek zorundasın."

Hakkını yemek: 

Birinin hakkı olan şeyi vermemek, onu kendisine maletmek. Örnek: "Dürüst ol, milletin hakkını yeme, yoksa boğazında kalır."

Haklı bulmak: 

Davasını, iddiasını, düşüncesini, davranışını doğru bulmak, yerinde görmek. Örnek: "Müdür onu haklı buldu."

Haklı çıkmak: 

Davasının, iddiasının, düşüncesinin veya davranışının doğru olduğu anlaşılmak. Örnek: "Bu tartışmada o haklı çıktı."

Haksız bulmak: 

Bir iddiayı, düşünceyi, davranışı doğru ve yerinde bulmamak.

Haksızlığa uğramak: 

Adalete aykırı bir duruma düşmek, haksızlıkla karşılaşmak. Örnek: "Gücenik, haksızlığa uğramaktan bezmiş gibi susuyor."

Hâl hatır (hâlini hatırını) sormak: 

Bir kimseye "nasılsınız, ne durumdasınız" anlamında nezaket sorusu yöneltmek. Örnek: "Karşılıklı oturdular, hâl ve hatır sordular, sonra sustular." Örnek: "Rapor almışsa, çiçekler, kolonyalar getirir, hâlimizi hatırımızı sorar, moral verir."

Hâlâ o masal: 

"Hep aynı söz, aynı düşünce, davranış veya sorun" anlamında kullanılan bir söz.

(Halatı) yısa etmek: 

Çekmek.

Halay çekmek (tepmek): 

Halay oyunu oynamak. Örnek: "Erkekler dışarıda halay çekip tabanca atarken kadınlar Zekiye'yi getirip ortaya oturttular."

Hâlden anlamak (bilmek): 

Bir kimsenin içinde bulunduğu zor durumu kavrayarak, anlayıp sezerek hoşgörülü olmak, anlayış göstermek. Örnek: "Dedem hâlden anlayan birisidir, bize iyi davranacağına eminim."

Hâle yola koymak: 

Düzenlemek, tertiplemek, iyi işler bir duruma getirmek. Örnek: "Hele şu işleri bir hâle yola koyalım, o zaman tatilini de düşünürüz."

Halebi orada ise arşın burada: 

Bir iddia veya söz abartılı bulunduğunda kanıtını istemek için kullanılan bir söz.

Halef selef olmak: 

Biri ötekinin makamını almak, yerine geçmek.

Halel gelmek: 

Bozulmak, zarara uğramak. Örnek: "İsterdim ki saçlarının rengine, dişlerinin parıltısına ve gözlerinin güzelliğine halel gelmemiş olsun."

Halel getirmek: 

Zarar vermek. Örnek: "Son nefesine kadar devlet adamı saygınlığına halel getirmeyen böyle bir metanet örneği olmuştu."

Halel vermek: 

Bozmak, sarsmak. Örnek: "Yeni mahalleler ayrı yerlerde şehrin tarihî kıymetine halel vermemek üzere inşa olunmaktadır."

Haleldar etmek: 

Bozmak, sarsmak. Örnek: "Haysiyetli bir şahsiyetin şeref hakkı haleldar edilemez."

Halı altına süpürmek: 

Çözümlenemeyen sorunların görüşülmesini ertelemek, gözden uzak etmek.

Hâli (hâlleri) duman olmak: 

Argo: Kötü duruma düşmek. Örnek: "Anası da artık eskisi gibi çamaşıra falan gidemediğinden hâlleri dumandı."

Hâli harap olmak: 

Bitkin, perişan olmak, kötü duruma düşmek: Sınıfı geçmezse hâli haraptır.

Hâli kalmamak: 

Gücü, takati, eski durumu olmamak. Örnek: "Ama nasıl kurtulacaktı? Kuvveti bitmiş, kımıldayacak hâli kalmamıştı."

Hâli tavrı yerinde: 

Durumu, görünüşü, davranışı düzgün.

Hâli üzere: 

Olduğu gibi. Örnek: "Fakat bir zaman sonra tabiata karşı uğraşmanın nafileliğini anlayarak her şeyi hâli üzere bırakmıştı."

Hâli vakti yerinde: 

Zengin, oldukça varlıklı, para durumu iyi. Örnek: "Hasan efendiler mi? Hâli vakti yerinde insanlardır onlar."

Halis muhlis: 

Saf, katışıksız, temiz, eksiksiz, içinde yabancı madde bulunmayan. Örnek: "Halis muhlis bir zeytin yağı satarız biz."

Hâline bakmamak: 

Kendisinin ne durumda olduğunu düşünmeden gücünü aşan işlere kalkışmak. Örnek: "İhtiyar, hâline bakmıyor da neler söylüyor."

... hâline gelmek: 

Gibi olmak.

Hâline köpekler bile güler: 

Çok kötü bir duruma düşenler için kullanılan bir söz.

(...) hâlini almak: 

Herhangi bir duruma gelmek. Örnek: "Bu hastalık korkusu onda, hayatı kendine zehreden tehlikeli bir psikoz hâlini almıştı."

Halka inmek: 

Halkın anlayışı ve görüşü düzeyinde olmak.

Halka olmak: 

Bir çember biçiminde dizilmek. Örnek: "Alevlerin etrafında halka olduk ve konuştuk."

Hallaç pamuğu gibi atmak: 

Toplu durumda bulunan kişi veya nesneleri darmadağın etmek. Örnek: "Sizin takımı hallaç pamuğu gibi atacağız sahadan."

Hâllenip küllenmek: 

Kendi imkânlarıyla iyi kötü geçinip gitmek, kendi yağıyla kavrulmak.

Hallihamur olmak: 

İçinde bulunduğu koşullara uymak. Örnek: "Suyun, toprağın, gözyaşının ve insan kanının hallihamur olduğu bu Anadolu toprağı susar mı?"

Halt etmek: 

Yakışıksız davranmak, uygunsuz bir söz söylemek veya kötü bir şey yapmak. Örnek: "Halt etmişsin, bir de utanmadan anlatıyorsun."

Halt karıştırmak: 

Halt etmek. Örnek: "Şu kendisine üç saniye gibi gelen bir saat on beş dakika zarfında ne halt karıştırmıştı."

Halt yemek: 

Halt etmek. Örnek: "On beş yaşında bu haltları yerse yirmi yaşına geldiği zaman ne yapacak?"

Halvet gibi: 

Çok sıcak (yer, oda).

Halvet olmak: 

Birisi veya birileriyle yalnız görüşmek amacıyla içeriye başkasını veya başkalarını almamak.

Ham çıkmak: 

Kavun, karpuz olgunlaşmamak.

Ham ervah: 

Çiğ adam; yersiz ve yakışıksız sözleri, davranışları olan kaba kimse.

Ham hum etmek: 

Belirsiz, önemsiz, boş birtakım sözler söylemek.

Ham hum şorolop: 

Düzenle veya el çabukluğu ile yapılan, kimsenin akıl erdiremediği iş.

Hamam gibi: 

Pek sıcak. Örnek: "Bugün deniz hamam gibidir değil mi?"

Hamamcı olmak: 

Argo: Boy abdesti alması gerekmek.

Hamamın namusunu kurtarmak: 

Görünüşünü kurtarmaya yönelen birtakım yetersiz çarelere başvurarak kötü bilinen bir yere onur kazandırmaya çalışmak.

Hamle etmek (yapmak): 

1) Atılmak, saldırmak. Örnek: "Sinir içindeki kadına o anda hamle etme aptallığını da yapmış ve tokadı yemiş" 2) Önemli bir işe girişmek, bir işte başarı sağlamak için çaba harcamak.

Hamur açmak: 

Yoğrulmuş hamuru inceltip yufka durumuna getirmek.

hamur gibi: 

1) Yorgunluktan eli ayağı tutmayan; 2) Çok pişip bulamaç durumuna gelen (yiyecek).

Hamur tutmak: 

Hamur hazırlamak.

Han gibi: 

Gereğinden çok geniş olan (yer).

Han hamam sahibi (olmak): 

Malı mülkü çok, varlıklı kimse (olmak).

Han kapısından teğelti atmak: 

Defetmek, kovmak. Örnek: "Bir adamı hiç sormadan, etmeden böyle han kapısından teğelti atar gibi kolundan tutup fırlatınca içinde bir üzüntü kalır."

Hangar gibi: 

Çok büyük ve geniş (yer) anlamında kullanılan bir söz.

Hangi dağda kurt öldü? 

Kendisinden hiç umulmayan, beklenilmeyen bir kimsenin olumlu davranışı görüldüğünde; "Nasıl oldu da böyle güzel bir iş, bir iyilik yaptı?" anlamında söylenir.

Hangi peygambere kulluk edeceğini şaşırmak: 

Kimin sözünü yerine getireceğini bilemeyerek şaşkınlık içinde kalmak.

Hangi rüzgâr attı? 

"Nasıl oldu da gelebildin? Hiç görünmüyordun, sen de gelir miydin?" anlamında, uzun süre bir yerde görünmeyen kimse için kullanılır.

Hangi taşı kaldırsan altından çıkar: 

1. Hemen her işte parmağı vardır. 2. Her işten anlar, her işe karışır ya da her işten anladığı izlenimi verir.

Hanım evlâdı: 

Nazlı büyütülmüş, zora gelmeyen, çıtkırıldım kimse. Örnek: "Amma hanım evlâdıymışsın, çekil şuradan ben yaparım."

Hani yok mu: 

Dikkati arkadan gelen söze çekmek için söylenen bir söz.

Hant hant ötmek: 

Bir şeye aşırı istek duymak.

Hanumanını yıkmak: 

Ocağını yıkmak, evini barkını dağıtmak. Örnek: "Bu oğlan hanumanımı yıkar benim, derdi."

Hanya'yı Konya'yı anlamak (bilmek, görmek): 

Bir işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek, akıllanmak.

Hap etmek: 

Yemek, yutmak.

Hapı yutmak: 

Kötü bir duruma düşmek, zarar ve ziyana uğramak. Örnek: "Hapı yuttuk desene!"

Hapis kalmak: 

1) Mahkûm olarak hapiste yatmak; 2) Bir yere çıkamaz, gidemez durumda olmak. Örnek: "Bu köprünün yol vermeyişinden dolayı, Haliç'te yıllar boyu hapis kalan gemiler oldu."

Hapis yatmak: 

Hükümlü olduğu süreyi hapishanede geçirmek. Örnek: "Adamcağız hem hapis yatacak hem dayak yiyecek."

Hapishane kaçkını gibi: 

Kılık kıyafetine dikkat etmeyen (kimse).

Hapislerde çürümek: 

Çok uzun süre hapiste kalmak. Örnek: "İşinden atıldığını, hapislerde çürüdüğünü, çocuklarının perişanlığını gördü."

Har vurup harman savurmak: 

Düşüncesizce ve hesapsızca harcamak, bol bol harcayıp tüketmek.

Haraç mezat satmak: 

Açık artırma ile satmak.

Haraç yemek (almak): 

Başkasının sırtından geçinmek.

Haram olmak: 

Bir şeyden gerektiği gibi yararlanamaz olmak. Örnek: "Senin yüzünü görmek bana haram oldu."

Haram para: 

Dinî bakımdan yasaklanmış yollardan elde edilen para. Örnek: "Haram parayla ekmek alınmaz."

Haram yemek: 

Dinî inançlara aykırı olarak kazanç sağlamak, haksız olarak bir şeye el atmak. Örnek: "İnsan ol, haram yemek insana kâr getirmez."

Harama uçkur çözmek: 

Nikâhsız olarak cinsel ilişkide bulunmak.

Harap düşmek: 

Kötü bir durumla karşı karşıya kalmak. Örnek: "Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir."

Harar gibi: 

İçine çok şey alabilen, geniş, büyük (eşya).

Hararet basmak: 

1) Çok susamak; 2) Vücut ısısı artmak.

Hararet kesmek (söndürmek): 

Susuzluğu gidermek.

Hararet vermek: 

Susatmak.

Harekete geçirmek (getirmek): 

Bir işin yapılmasına sebep olmak, kımıldatmak, canlandırmak. Örnek: "İlçelerinde ne kadar dernek varsa hepsini harekete geçirdiler."

Harekete geçmek: 

1) Bir işi yapmaya başlamak, bitirmek amacı ile bir işe girişmek. Örnek: "Saldırma için lazım gelen strateji planını tespit ederler ve ona göre harekete geçerlerdi." 2) Bir yerden bir yere gitmeye başlamak. Örnek: "Derken garp istikametinde küçüklü büyüklü muazzam bir bulut kütlesi harekete geçiyor."

Harem selamlık olmak: 

Bir yerde kadın erkek ayrı oturmak.

Harf atmak: 

Tanımadığı bir kadına uygunsuz sözler söyleyerek yaklaşmaya çalışmak.

Harfi harfine: 

Tastamam, uygun, tıpatıp, gerçekte olduğu gibi. Örnek: "Söylediklerimi harfi harfine yerine getirdin mi?"

Har vurup harman savurmak: 

Hesapsızca, düşüncesizce harcamak; malını, parasını ölçüsüzce, bol bol harcayıp tüketmek.

Harı başına vurmak: 

1) Çok kızmak; 2) Azmak, kendini tutamayacak duruma gelmek.

Harı geçmek: 

Kızgınlığı, sıcaklığı, hevesi, isteği veya öfkesi azalmak.

Hariçten gazel okumak (atmak): 

1) Bir konuyu iyice bilmeden üzerinde görüş ve düşünce ileri sürmek; 2) Bir konuşmaya yersiz ve zamansız katılmak.

Harikalar yaratmak: 

Hayranlık uyandıracak başarılar kazanmak.

Haritadan silinmek: 

1) Bir ülke, başka devletin egemenliği altına girmek. Örnek: "Koca Rumeli, Edirne'si, Selanik'i, Manastır'ı, Yanya'sı, Kosova'sı, İşkodra'sı ile imparatorluk haritasından silinmişti." 2) Bir yerleşim yeri savaş, deprem vb. bir olay sonunda yok olmak.

Harman çevirmek: 

Harmanlamak.

Harman dövmek: 

Ekin tanelerini saptan ayırma işini yapmak.

Harman etmek (yapmak): 

Birçok çeşitten birer parça alıp yeni bir birleşim oluşturmak.

Harman savurmak: 

Tahılı samandan ayırmak için dövülmüşünü rüzgâra karşı savurmak. Örnek: "Akşam vakti ırgatlarla beraber harman savururum."

Harmanı kaldırmak: 

Harman işini bitirmek. Örnek: "Harmanı kaldırmaktan başka bir şey düşünmüyordu."

Harp açmak: 

1) Savaş açmak; 2) mec. Bir konuda güçlü biçimde mücadele etmek, bir konuyu şiddetle savunmak. Örnek: "Gençler, kendi cinslerinden riyakârlara karşı harp açmalıdırlar."

Hart hurt etmek: 

Korkutmak amacıyla sert ve yüksek sesle konuşmak. Örnek: "O bile, sağa sola hart hurt etmeye başlamış."

Hasara uğramak: 

Zarar görmek, yıkılmak, harap olmak. Örnek: "Bir lokomotifle iki vagon hasara uğramışlar."

Hasbi geçmek: 

Bir şeye önem vermemek, ilgi göstermemek, kısa kesmek. Örnek: "Aslına bakarsanız karı bana yıllar yılı güler, işaret ederdi de arkadaş karısı diye hasbi geçerdim."

Hasıraltı etmek: 

Bir işi isteyerek, bilerek ve haksız olarak yürütmemek, örtbas etmek.

Hasret çekmek: 

Özlem duymak, epeydir ayrı kaldığı yere ya da kimseye kavuşma isteği içinde olmak. Örnek: "Yıllardır yurdumun hasretini çekiyorum."

Hasret gidermek: 

Özleme son vermek, kavuşmak. Örnek: "Sonra ver elini ana baba ocağı. Hem hasret giderecektim hem de ruhumla dinlenecektim."

Hasret gitmek: 

Özlediği, sevdiği bir yere ya da kimseye kavuşamadan ölmek.

Hasret kalmak: 

Özlemini duyduğu şeye uzun zaman kavuşamamak. Örnek: "Hasret kaldım deresine, tepesine…"

Hasret kalmak: 

Özlemek.

Hasta düşmek: 

Hastalanmak.

Hasta etmek: 

1) Hasta olmasına yol açmak; 2) mec. Bezdirmek, bıktırmak, usandırmak.

Hastalık almak (kapmak, hastalığa tutulmak): 

Bulaşıcı bir hastalığa yakalanmak.

Hastanelik etmek: 

Birini aşırı derecede dövmek.

Hastanelik olmak: 

1) Hastanede tedavi görmeyi gerektirecek kadar hastalanmak. Örnek: "Şu son turnuvada dört futbolcu hastanelik olmuş." 2) Çok dayak yemek: Çıkan kavgada beş kişi hastanelik oldu."

Hastaneye kaldırmak (yatırmak): 

Tedavi amacıyla hastaneye götürmek.

Hastası olmak: 

Bir şeye çok düşkün olmak. Örnek: "Bizim oğlan köpek hastası, hiç kapıdan eksik etmiyor."

Haşa huzurdan (huzurunuzdan): 

Uygunsuz bir şey söylemek zorunda kalındığında bağışlanma dileği anlatan bir söz: Haşa huzurdan, o hayvan gibi davrandı.

Haşa sümme haşa: 

"Öyle olmasına ihtimal yok, öyle değildir" anlamında kullanılan bir söz.

Haşadı çıkmak: 

1) Bozulmak, işe yaramaz duruma gelmek; 2) Çok yorulmak, bitkinleşmek.

Haşır neşir etmek: 

Kaynaştırmak, bir arada bulundurmak. Örnek: "Bir rüzgâr gibi alıp bunların arasına atar, beni bunlarla haşır neşir ederdi."

Haşır neşir olmak: 

Aralarında bulunduğu kimselerle kaynaşmak, bir arada bulunup uğraşmak; kimi işlerle ilgilenip durmak. Örnek: "İnsanlarla haşir neşir olmayı sevdiğim söylenemez."

Hat çekmek: 

Telefon, telgraf tellerini döşemek veya direklere germek.

Hata etmek (eylemek, işlemek): 

Yanlışlık yapmak, yanılgıya düşmek. Örnek: "Batıla alkış tutanların karşısına geçip hata eylediğimi yeni yeni öğrenmiş bulunuyorum."

Hataya düşmek: 

Yanılmak. Örnek: "Bu soruya evet cevabını vermekle bir hataya düşmüş sayılmayız."

Hatır almak: 

Gönül almak.

Hatır belâsı: 

Sayılan ve sevilen kimse için katlanılan sıkıntı. Örnek: "İnan bu işi hatır belâsına yapıyorum."

Hatır eylemek: 

Hatırlamak. Örnek: "Benim Orhan isminde bir tanıdığım olmadığından, başka bir nam altında bir nankörü hatır eylemiş olsan bile..."

Hatır gönül bilmek (saymak veya tanımak): 

Kişilere karşı gösterilmesi gereken saygı kurallarına uymak.

Hatır gönül tanımamak (bilmemek): 

1. İsterse en sevdiği ve saydığı olsun, gücenmesini göze alarak doğru bildiğini yapmak. 2. Kırıcı davranışlarda bulunmak.

Hatır gönül yapmak: 

Birini tutum ve davranışlarıyla mutlu etmek.

Hatır gönül yıkmak (kırmak): 

Kişilere karşı gösterilmesi gereken saygı kurallarına uymamak.

Hatır (hatırını) saymak: 

Gerekli saygıyı göstermek.

Hatır için çiğ tavuk yemek: 

Bir kişiyi gücendirmemek için yapılması güç olan şeyleri bile yapmak.

Hatır sormak: 

Hâl hatır sormak. Örnek: "Önce karşılıklı hatır sormakla başlayan konuşmaların ardından, tarlaların durumuna geçti."

Hatıra (hatır ve hayale) gelmemek: 

Bir şeyin gerçekleşeceği, olacağı hiç düşünülmemek. Örnek: "Yemin, her hatır ve hayale gelmez cümlelerin ucunda bir kurdele, bir fiyonk gibi açılıveriyordu."

Hatırı kalmak: 

Gücenmek, kırılmak. Örnek: "Eğlenceye onu da çağıralım ki hatırı kalmasın.

Hatırı sayılır: 

1. Önemli, saygı değer, saygın (kimse). 2. Oldukça çok. Örnek: "Babam, hatırı sayılır bir kimsedir."

Hatırına bir şey gelmesin: 

Bir düşüncede, sözde veya davranışta kötü bir amaç güdülmediğini anlatan bir söz.

Hatırına gelmek: 

Hatırlamak, aklına gelmek. Örnek: "İçeriyi dinlemediği hatırına geldi."

Hatırına getirmek: 

Hatırlamasına yol açmak. Örnek: "Tüfeğini omzuna vurup çapraz fişeklerini kuşanan bir kişinin ölümü hatırına getirmesi garip olmaz mı?"

Hatırında kalmak: 

Unutmamak, hatırlamak. Örnek: "Birçok söz daha söylemişti. Hepsi hatırımda kalmamış olsa gerek."

Hatırında tutmak: 

Unutmamak.

Hatırından çıkmamak: 

Sevdiği, saygı duyduğu birinin istediği bir şeyi yapmayı reddedememek, gönlünü kırmaktan çekinmek.

Hatırından (hatır ve hayalinden) geçmemek: 

Aklına gelmemek, düşünmemek. Örnek: "Herhangi bir devletin İstanbul'a taarruzu artık hatırından geçmiyordu."

Hatırını hoş etmek: 

Sevindirmek, memnun etmek.

Hatırını sormak: 

Hâl hatır sormak. Örnek: "Herkes içten görünüyor, hatta yıldızımın hiç barışmadığı insanlar bile dostça elimi sıkıyor, hatırımı soruyorlar."

Hatiften gelmek: 

Gaipten ses gelmek.

Hatim indirmek: 

Kur'an'ı başından sonuna kadar okuyup bitirmek, hatmetmek.

Hatim sürmek: 

Okunan Kur'an'ı, önündeki Kur'an'dan takip etmek.

Hatime çekmek: 

Son vermek.

Hava açmak (açılmak): 

Bulutlar dağılmak.

Hava almak: 

1. Temiz havalı bir yere çıkarak dolaşmak, dinlenmek, ciğerlere temiz hava çekmek. 2. Eline bir şey geçmemek, umduğunu bulamamak. 3. İçine hava girmek. Örnek: "Haydi, kıra çıkıp da biraz hava alalım."

(Hava) ayaza çekmek: 

Kışın kuru soğuk artmak.

Hava basmak: 

1. Büyüklenmek, kibirlenmek, olduğundan fazla görünmeye çalışmak. 2. Bir şeyin içine hava doldurmak. Örnek: "Amma da hava basıyorsun, onları korkutacağını mı sandın?"

Hava bozmak: 

Havada yağmur, kar, dolu veya fırtına başlamak. Örnek: "Hava birden bozmuş, daha doğrusu poyraza çevirmişti."

Hava bulanmak: 

Yağmur yağacak duruma gelmek.

Hava çarpmak: 

İklim ve rüzgâr olumsuz etkilemek.

Hava değiştirmek: 

İklimi değişik bir yere gidip bir süre oturmak. Örnek: "Hekimleri Seniha'ya biraz yer ve hava değiştirmeyi, biraz kırlarda ve denizlerde gezip eğlenmeyi tavsiye ettiler."

Hava fena esmek: 

Ortamla ilgili her türlü şart kötü durumda olmak.

Hava hoş: 

Şu ya da bu şekilde olması arasında bir fark olmamak.

Hava iyi esmek: 

Ortamla ilgili her türlü şart uygun durumda olmak.

Hava kaçırmak: 

1) Nesneler için içindeki havayı tutamayıp dışarıya vermek; 2) Yellenmek.

Hava kapanmak: 

Gökyüzü bulutlarla örtülmek.

Hava kararmak: 

1) Güneşin batmasıyla ortalık kararmak. Örnek: "Hava iyice kararmış, caddenin bütün elektrikleri yanmıştı." 2) Gökyüzü iyice bulutlanmak.

Hava patlamak: 

Fırtına çıkmak. Örnek: "Hava patlamışken, dalgalarla yumruk yumruğa boğuşan bir adamın yazgısını paylaştın mı?'

Hava parası: 

Bir yeri tutmak, kiralamak ya da bir şeyi elde etmek için değeri dışında açıktan verilen para. Örnek: "Yeri bize verecekler ama bir milyon lira hava parası istiyorlar."

Hava vermek: 

1) Tekerlek vb. cisimleri hava ile şişirmek, şişkinliğini artırmak, hava basmak; 2) Tıp akciğerlere basınç altında hava veya oksijen doldurmak.

Hava yapmak: 

1) Kalorifer peteğinde sıvının yerine hava dolmak; 2) mec. Böbürlenmek.

Havada kalmak: 

1. Yüksek bir yerde durmak. 2. Sonuca bağlanamamak. 3. Bir iddia, dayanaksız olduğundan ispat edilememek. Örnek: "Yaptığımız bütün iş havada kaldı."

Havadan nem kapmak: 

En küçük bir şeyden alınmak, çok alıngan olmak. Örnek: "Burası, bir loca meydanı gibi, havadan nem kapmaya alışık bir çevreydi."

Havadan sudan konuşmak: 

Öylesine, gelişigüzel, rastgele konuşmak.

Havalara uçmak: 

Çok sevinmek. Örnek: "Buna pek sevinmişti, oğlum memur oldu diye havalara uçuyordu."

Havale gelmek: 

1) Postane veya banka yoluyla para gelmek; 2) Gebe ve çocuklara çoğu zaman bayılma, yüksek ateşle beraber çırpınma krizleri gelmek.

Havan batsın: 

"Böbürlenmen boşa çıksın" anlamında kullanılan bir söz.

Havan dövücünün hınk deyicisi: 

"Başkasına yardım edecek veya yüreklendirecek gücü olmadığı hâlde öyle görünüp yardakçılık eden kimse" anlamında kullanılan bir söz.

Havanda su dövmek: 

Bir işle boşuna uğraşmak. Örnek: "Senin yaptığına havanda su dövmek derler, bırak artık şu işle uğraşmayı."

Havanın gözü yaşlı: 

"Nerede ise yağmur yağacak" anlamında kullanılan bir söz.

Havasına uymak: 

1) Bulunduğu çevre ve ortamı benimsemek; 2) Birinin huyunu almak.

Havasını almak: 

1) Kalorifer peteğinde oluşan havayı boşaltarak sıvı maddenin dolmasını sağlamak; 2) mec. Birinin eli boş çıkmak; 3) mec. Birini sakinleştirmek; 4) mec. Karşıdaki kişinin böbürlenmesinin boşuna olduğunu ortaya çıkarmak.

Havasını bulmak: 

Keyiflenmek, neşelenmek.

Havaya girmek: 

1) Hazır olmak; 2) Kibirlenmek.

Havaya gitmek: 

Hiçbir şeye yaramamak, boşa gitmek.

Havaya pala (kılıç) sallamak: 

Boşuna, gereksiz çaba harcamak.

Havaya savurmak: 

Gereksiz yere harcamak.

Havaya uçmak: 

1) Patlama dolayısıyla zarar görmek; 2) mec. Havaya gitmek.

Havayı bozmak: 

Bir topluluğun keyfini kaçırmak. Örnek: "Şirket kurulalı beri Nihat kadar ticarethanenin havasını bozan bir memur gelmemişti."

Havayı koklamak: 

1) Bir yere göz atmak; 2) Gelişmeleri veya ortamı anlamaya çalışmak.

Havlu atmak: 

1) Çalıştırıcı, sporcusunun karşılaşmayı terk ettiğini bildirmek için ringe havlu fırlatmak; 2) Başarısızlığını kabul edip mücadeleyi bırakmak, pes etmek.

Havsalası almamak: 

Aklı kabul etmemek. Örnek: "Nasıl yaparsın bana bunu, hâlâ havsalam almıyor."

Havsalasına sığmamak: 

1) Aklı almamak, kavrayamamak; 2) Kabul edememek.

Havyar kesmek: 

Argo: Çalışmadan vakit geçirmek, vakti boşa harcamak. Örnek: "Bu adam bir gün doğar, fena bir aile içine girer, haylaz olur, mektebin arka sıralarında havyar keser, daima tekdir edilir."

Hay hayı gitmek vay vayı kalmak: 

Sağlığını, gençliğini yitirerek yakınır duruma gelmek.

Hayâ perdesi yırtılmak: 

Utanç duymamak. Örnek: "Atalarımızın ar ve hayâ perdesi yırtılmak diye pek düşündürücü bir tabirleri vardır."

Hayal gibi: 

İnce, zarif. Örnek: "Dudaklarının kenarından hayal gibi beyaz bir dil geçti."

Hayal kırıklığı: 

Gerçekleşmesi istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmemesinden duyulan üzüntü, düş kırıklığı.

Hayal kırıklığına uğramak: 

Çok istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmemesinden üzüntü duymak. Örnek: "Bir hafta sonra sargıları açıp eserini incelediğinde hayal kırıklığına uğradı."

Hayal kurmak: 

Gerçekleşmesi istenen, özlenen şeyi düşünmek. Örnek: "Biz böyle hayal kurarken rüzgâr çıktı."

Hayal meyal: 

Belli belirsiz, açık seçik belli olmayan, bulanık (bir şekilde hatırlanan). Örnek: "O olayı hayal meyal hatırlıyorum."

Hayal olmak: 

1) Gerçekleştirilememek; 2) Geçmişte kalmak, hatıra olmak.

Hayale dalmak: 

Dış dünyadan uzaklaşarak gerçekleşmesi istenilen şeyleri veya hatıraları düşünmek.

Hayale kapılmak: 

Hayallerin etkisi altında kalmak. Örnek: "Yine işi büyüttüğüne, hayale kapıldığına hükmetti."

Hayalî fenere dönmek: 

Çok zayıflamak.

Hayalinden geçirmek: 

Olmasını istemek, düşünmek: Fransa'ya gitmeyi hayalinden geçirirdi.

Hayat geçirmek: 

Yaşamak, varlığını sürdürmek. Örnek: "Gayet parlak ve kibar bir hayat geçiriyordu."

Hayat memat meselesi (yapmak, olmak): 

Sonucu çok tehlikeli olan, ölüm kokan bir durum. Ölüm kalım meselesi. Örnek: "Artık burada kalamam, iş hayat memat meselesine döndü."

Hayat pahalılığı: 

Yiyecek, içecek ve giyecek gibi geçim için gerekli olan maddelerin pahalı olması. Örnek: "Hayat pahalılığından herkes şikâyetçi olmaya başladı."

Hayata atılmak: 

Geçim sağlamak üzere çalışmaya başlamak. Örnek: "Altı yıllık ortaöğretim bitirmek, hayata atılmanın ilk koşulu sayılır orada."

Hayata bağlamak: 

Yaşamayı sevdirmek, hayattan kopmamak. Örnek: "Bu sıcak ve içten ses Fikret'i hayata bağlıyor, yaşama sevincini artırıyordu."

Hayata geçirmek: 

Uygulanır duruma getirmek, canlılık kazandırmak.

Hayata gözlerini yummak (kapamak): 

Ölmek.

Hayata küsmek: 

Bezgin, kötümser olmak, yaşama isteğini yitirmek. Örnek: "Adi günlerde size öyle gelir ki bunlar hayata küsmüş insanlardır."

Hayatı kaymak: 

Her işi ters gitmek, mahvolmak.

Hayatına girmek: 

Yaşamında yer almak.

Hayatından çıkarmak: 

İlgisini, ilişkisini tamamen kesmek. Örnek: "Beni sırf, Müslüman olmayan bir erkeği sevdim diye hayatından çıkaran babamın evine dönmeyeceğim."

Hayatını (birine) borçlu olmak: 

1) Biri tarafından ölümden kurtarılmış olmak; 2) Birinin yaşamı bir başkasının desteği ile sağlanmış olmak: Bu hayatımı ağabeyime borçluyum.

Hayatını kazanmak: 

Çalışıp elde ettiği para ile geçimini sağlamak. Örnek: "Ben iyi ya da kötü hayatımı kazanıyorum, sen kendi işine bak.

Hayatını yaşamak: 

Canının istediği gibi hayatını sürdürmek. Örnek: "Bana karışmaya hakkınız yok, bırakın beni, artık hayatımı yaşamak istiyorum."

Hayatının baharında olmak: 

Hayatının en güzel dönemini yaşıyor olmak.

Hayatının baharını yaşamak: 

Hayatının en güzel günlerini yaşamak.

Haybeye kürek çekmek: 

Boşu boşuna uğraşmak.

Haydi canım sen de: 

"Böyle şey olmaz, sana inanmam" anlamında kullanılan bir söz.

Haydi oradan: 

1) Kovmak, azarlamak için kullanılan bir söz; 2) Haydi canım sen de.

Haydut gibi: 

1) İnsana korku veren, iri yarı (kimse); 2) Yaramaz ve sevimli (çocuk).

Hayır beklememek: 

İyilik ummamak, yararlı olacağını sanmamak.

Hayır dememek: 

Bir şeyi geri çevirmemek.

Hayır dua almak: 

Kendisi için iyi dilekte bulunulmak.

Hayır dua etmek: 

İyi dileklerde bulunmak.

Hayır gelmemek: 

Yararlı olmamak. Örnek: "Sevmeden yapılan işten hiç kimseye hayır gelmez."

Hayır işlemek: 

Dine ve insanlığa uygun, iyi davranışlarda bulunmak. Örnek: "Hayır işle ki öbür dünyada kurtuluşa eresin."

Hayır kalmamak: 

İşe yarar, beğenilecek bir yanı ve tarafı kalmamak. Örnek: "Bu arabalarda hayır kalmamış, yenilerini almamız gerekecek."

Hayır sahibi: 

İyiliksever, yardımsever kimse. Örnek: "Şu yoksullara uzanacak bir hayır sahibi kalmadı mı acaba?"

Hayırdır inşallah! 

1. Anlatılan bir rüyayı iyiye yormak için söylenir. 2. Şaşma, heyecan ve merak uyandıran durumlar karşısında söylenir.

Hayızdan nifastan kesilmek: 

1) Menopoza girmek; 2) Verimsiz olmak.

Hayra alamet değil: 

Uğursuz sayılacak bir olay için kullanılan bir söz. Örnek: "Bu hayra alamet değil, dedi vali, etrafındakilere."

Hayra yormak: 

Bir rüya ya da olayı iyi ve yararlı bir durumun işareti görmek.

Hayran etmek (bırakmak): 

Hayranlık duygusu uyandırmak, çok beğenilmek. Örnek: "Mükemmel seciyeler, kafiyeler yapar, hafızamıza, nüktelerimize onları hayran ederdik."

Hayran olmak (kalmak): 

Çok beğenmek. Örnek: "Birkaç defa görüşmüş, mimarideki fikirlerine, zevklerine, görüşlerine hayran olmuştum."

Hayranlık duymak: 

Çok beğenmek, tutkuyla bağlanmak. Örnek: "Her zaman, uyumayı düşündüğü anla uykuya dalması bir olan yapısına hayranlık duymuşumdur."

Hayrete (hayretlere) düşmek: 

Şaşakalmak, şaşırmak. Örnek: "Vaktiyle Göksel bile bu soğukkanlılığım karşısında hayrete düşmüştü."

Hayrette bırakmak: 

Şaşmasına sebep olmak.

Hayrette (hayretler içinde) kalmak: 

Şaşakalmak, şaşırmak. Örnek: "İşin evveliyatını bilmeyen ırgatlar bu tariften bir şey anlayamamış, hayrette kalmışlardı."

Hayretten donakalmak: 

Çok şaşırmak, inanamamak.

Hayrı dokunmak: 

Yararlı olmak.

Hayrı olmamak: 

İyiliği dokunmamak, yarar sağlamamak. Örnek: "Öğrencisine hayrı olmayan öğretmenin hiçbir şeye hayrı olmaz."

Hayrını gör: 

Yeni alınan bir şey için 'güle güle kullan' anlamında kullanılan bir söz.

Hayrını görmek: 

İyiliği dokunmak.

Haysiyetine dokunmak: 

Onuru incinmek: Bu söz haysiyetine dokundu.

Hayvan gibi: 

1) Hayvana benzer biçimde; 2) İri yarı; 3) mec. Akılsız, duygusuz, kaba.

Haz almak: 

Hoşlanmak, keyif almak. Örnek: "Bunların hiçbirisinden haz almazdı, bu âlemde bir güzellik olmak lazım gelse bir başka biçimde lazım geleceğini düşünüyordu."

Haz duymak: 

Hoşlanmak. Örnek: "O, kullanmaya alışık olduğu bu şartlı eşyasını gördükçe ve elledikçe bir haz duyardı."

Haz vermek: 

Hoşlanmasını sağlamak. Örnek: "Göze bu kadar samimi ve sıcak haz veren bir mahluk çok zamandır görmemiştim."

Hazır bulunmak: 

1. Bir yerde kendisi bulunmak, var olmak. 2. Bir yere hemen gidecek, bir şeyi anında yapacak durumda olmak. Örnek: "Yarınki toplantıda sen de hazır bulunmalısın."

Hazır mezarın ölüsü: 

Şaka her hizmeti başkalarından bekleyen tembeller için söylenen bir söz.

Hazıra konmak: 

Hiçbir emek sarf etmeden, çaba göstermeden başkasının emeği ile ortaya çıkmış olan şeyden yararlanmak. Örnek: "Hazıra konarak yaşamayı kural edinmiş bu adam."

Hazırda olmak: 

Yararlanılabilecek bir durumda, el altında olmak.

Hazırdan yemek: 

Yenisini kazanmadan elindekini harcamak. Örnek: "Hemen her gün bir bahane buluyor, çalışmıyor ve hazırdan yiyordu."

Hazırlık görmek (yapmak): 

Hazır olmak için gereken şeyleri toplamak veya durumları sağlamak.

Hazırlıklı olmak (bulunmak): 

Hazırlanmış olmak. Örnek: "Bir umuttur yok olmaya karşı az çok hazırlıklı olmak."

Hazırlıksız olmak (bulunmak): 

Hazırlanmamış olmak.

Hazırlıksız yakalanmak: 

Ani gelişen bir olayla beklenmedik bir biçimde karşılaşmak. Örnek: "Hazırlıksız yakalandığım için bir an ne yanıt vereceğimi bilememiştim."

Hazzını çıkarmak: 

Zevkini çıkarmak. Örnek: "Günün bu son hazzını çıkarmadan ondan niçin vazgeçeriz?"

Helâl olsun (Helâl ü hoş olsun): 

1. Bunu sana gönül hoşluğu ile veriyorum, hiç pişman değilim, Allah bunu sana bağışladığıma şahit olsun. 2. "Aferin, takdire değer iş yapıyorsun" anlamında kullanılır.

Helâl süt emmiş olmak: 

İyi huylu, doğru yoldan sapmayan, temiz bir kişi. Örnek: "İnanmıyorum onun yaptığına, o helâl süt emmiş birisidir."

Hele şükür! 

Allah'a hamdolsun, beklediğimiz sonuç gerçekleşti.

Hem kel hem fodul: 

"Bu kadar kusuruna, bu yeteneksizliğine rağmen bir de övünüyor, üstünlük taslıyor" anlamında kullanılır.

Hem nalına hem mıhına (vurmak): 

Birbirine zıt olan iki yanı da desteklemek. Örnek: "Ben hem nalına hem de mıhına vuran adamlardan korkarım."

Hem suçlu hem güçlü: 

Gerçekte kendisi suçlu olduğu hâlde suç işlememiş gibi davranan ve karşısındakini suçlamaya çalışan kimse.

Hem ziyaret hem ticaret: 

Bir yeri veya kimseyi ziyarete giden kimsenin, bu görüşmeden yararlanarak başka bir işi de yapması durumunu anlatmak için kullanılır.

Hemhâl olmak: 

Bütünleşmek, birliktelik özelliği göstermek. Örnek: "Çiçeklerle hemhâl olmuş, güya yumuşayarak çadırlar gibi yamru yumru kalmış duvarlar."

(Her biri başka bir) hava çalmak: 

Her biri, birbiriyle çelişen, birbirine uymayan davranış ve düşüncede bulunmak.

Her kafadan bir ses (çıkmak): 

Bir konu üzerinde herkesin istediği gibi, rastgele konuşması ve bu konuşmalardan bir sonuç alınamaması. Örnek: "Ortalık kızıştı, her kafadan bir ses çıkmaya başladı, kimin ne dediği anlaşılmaz oldu."

Her ne pahasına olursa olsun: 

Ne pahasına olursa olsun.

Her telden çalmak: 

Pek çok konuda bilgi sahibi olmak, içinde bulunduğu ortamın şartlarına göre her çeşit iş yapabilir olmak.

(Herhangi bir biçim) kolayına gelmek: 

Bir işin herhangi bir biçimde yapılmasını daha kolay bulmak.

(Herhangi bir nitelikte) kalemi olmak: 

Herhangi bir nitelikte yazı yazabilmek: Güçlü bir kalemi var.

(Herhangi bir şey) pahasına: 

Karşılığında, uğruna, ... için: Treni kaçırmak pahasına onu bekledim.

(Herhangi bir şeye) talim etmek: 

1) Az para karşılığında çalışmak; 2) Hep aynı şeyi yemek zorunda olmak.

(Herhangi bir şeye) varıncaya kadar: 

Ne varsa her şeyini: Renkli televizyona varıncaya kadar ne varsa aldı.

(Herhangi bir şeyi) sokakta bulmamak: 

Herhangi bir şeyi değerli ve önemli bulmak. Örnek: "Ben böyle şeye gelemem efendim... Ben canımı sokakta bulmadım efendim."

(Herhangi bir şeyi) şekle sokmak (koymak): 

1) Uygun bir biçime girmesini sağlamak; 2) Herhangi bir biçimde sonuca ulaştırmak.

(Herhangi bir yerde) ne arıyor: 

"Neden oraya gitmiş" anlamında kullanılan bir söz: Sen burada ne arıyorsun, haydi çabuk eve!

(Herhangi bir yılın) kurası olmak: 

O yıl askerlik çağına girenlerden olmak.

Hesaba çekmek: 

Bir kişiyi, bir makamı yaptığı işler üzerine açıklama ve savunma yapmaya çağırmak. Örnek: "Sakın oraya gitme, seni hesaba çekecekler.

Hesaba dökmek: 

Bir konu ile ilgili işlemlerin hesabını kâğıt üzerinde yapmak.

Hesaba katmak (almak): 

Bir işi yaparken ya da yürütürken bir başka şeyi de göz önünde bulundurmak. Örnek: "Hasan'ı da hesaba katalım, az zorluk çıkarmayacaktır bize."

Hesaba (kitaba) gelmez: 

1. Beklenmedik, umulmadık. 2. Sayılmayacak kadar çok, pek fazla, sayısız.

Hesabı kesmek: 

Alışverişi ya da ilgiyi kesmek. Örnek: "Dükkân sahibi, uzun zamandır borcunu ödemeyen müşterisinin hesabını kesti."

Hesabını bilmek: 

Boş yere para harcamamak, tutumlu davranmak. Örnek: "Her ev kadını hesabını bilmek zorundadır."

Hesabını görmek: 

1. Alacağını ödeyip ilişkisini kesmek. 2. Cezalandırmak, vücudunu ortadan kaldırmak ya da öldürmek. Örnek: "Çabuk şu adamın hesabını görün!"

Hesap açmak: 

1. Hesap defterinde, bir kişiye alış veriş için alacağını borcunu kaydetmek üzere bir yer ayırmak. 2. Bankada, gereğinde çekilmek üzere yatırılan para için işlem yapmak. 3. Birine kredi açmak, birine borçlanma imkânı tanımak.

Hesap etmek: 

1. Kazançla gideri karşılaştırıp bir sonuca ulaşmak. 2. Düşünmek, tasarlamak, ayrıntıları gözden geçirip ihtimalleri değerlendirmek. Örnek: "Hesap etmeden sakın işe girişmeyin!"

Hesap görmek: 

Taraflarca alacakla vereceği karşılaştırıp ödeşmek. Örnek: "Çok uzadı, hesap görmek için ne zaman bir araya geleceğiz?"

Hesap kitap: 

Düşünüp taşındıktan sonra, hesap sonunda. Örnek: "Hesap kitap, baktım işler kötüye gidiyor; hemen sizi çağırdım."

Hesap sormak: 

Bir kimseyi kanunsuz, kural dışı, ahlâka aykırı, usulsüz davranış ve sözlerinden ötürü sorgulamak, o kişiden savunma istemek. Örnek: "Size hesap sormak için mutlaka geri döneceğim."

Hesaplı hareket etmek: 

Ölçülü davranmak.

Hesapsız kitapsız: 

1. Sorumsuz, ölçüsüz, tutumsuz. 2. Deftere geçirilmeden, herhangi bir belgeye dayanmadan. Örnek: "Ne hesapsız kitapsız işlerin içine girmişiz de haberimiz yokmuş."

Hesaptan düşmek: 

Borçtan, alacaktan, hesaptan çıkarıp yok saymak. Örnek: "Elli bin lirayı hesaptan düşmeyi unutmadın inşallah."

Hesap tutmak: 

Alışverişle ilgili alacağı ve vereceği bir kâğıda ya da deftere yazmak.

Hesap vermek: 

1. Herhangi bir davranışının ya da sözünün sebebini açıklamak 2. Bir işin sorumluluğunu üstlenmek. Örnek: "Rahat olun, bu konuda hesap vermek bana düşer."

Hevesi kursağında kalmak: 

Çok istediği, imrendiği, kavuşmak dilediği şeyi elde edememek. Örnek: "Pikniğe gitmek istiyorduk, yağmur yağınca hevesimiz kursağımızda kaldı."

Hevesini almak: 

İmrendiği, çok istediği şeye kavuşup ona doymak.

Heyheyleri tutmak (üstünde): 

Çok kızıp sinirlenmek.

Hık demiş burnundan düşmüş: 

"Her durumuyla ona çok benziyor" anlamında kullanılır.

Hık mık etmek: 

Bir işi yapmamak için bahaneler ileri sürmeye çalışmak, bir soruyu cevaplandırırken net şeyler söylememek. Örnek: "Hık mık edip durma, bu işi eninde sonunda yapacaksın!"

Hır çıkarmak: 

Kavga, gürültü, patırtı ve olaya sebep olmak. Örnek: "Orada hır çıkarmaya kalkışmayacaksın değil mi?"

Hızır gibi yetişmek: 

Dara düştüğü, çok sıkıştığı, çaresiz kaldığı bir zaman da, beklemediği bir kişi yardımına yetişmek.

Hiç yoktan: 

Sebepsiz, ortada hiçbir neden yokken. Örnek: "Hiç yoktan adamı dövemezsiniz ya!"

Hiçe saymak: 

Hiç önem ve değer vermemek.

Hizaya gelmek: 

1. Düz çizgi durumunda dizilmek. 2. Aykırı, yanlış davranışlardan vazgeçmek; doğru yola gelmek, düzelmek.

Hodri meydan: 

"Kendine güvenen ortaya çıksın" anlamında kullanılır.

Hop oturup hop kalkmak: 

Ya heyecanından ya da öfkesinden yerinde duramaz olmak.

Hor görmek (veya bakmak): 

Önem vermemek, değersiz saymak, adam yerine koymamak, küçümsemek. Örnek: "Beni, yoksul diye hep hor gördüler."

Hor kullanmak: 

Özen göstermeden, kabaca, dikkat etmeyerek, hırpalayarak kullanmak. Örnek: "Çok hor kullanmışsınız bu dolabı."

Hora tepmek: 

1. Ayaklarını yere vurarak oynamak. 2. Gürültü çıkarmak. Örnek: "Yandaki sınıfta hora tepiyor, ortalığı birbirine katıyorduk ki…"

Hoş beş etmek: 

Şundan bundan konuşarak sohbet etmek. Örnek: "O iki ihtiyar kadın hoş beş etmek için yaratılmışlar sanki."

Hurdası çıkmak: 

İşe yaramayacak, kullanılamayacak hâle gelmek.

Huyuna suyuna gitmek: 

İsteklerine, alışkanlıklarına, yapısına göre onu kızdırıp ürkütmeyecek davranışlarda bulunmak.

Huyunu suyunu almak: 

Onun özelliklerini, davranışlarını ve karakterini yapısına geçirmek.

Huzur vermek: 

Gönül rahatlığı, iç dirliği vermek; dinlendirmek.

Huzurunu kaçırmak: 

Huzurunu bozmak, tedirgin ve rahatsız etmek.

Hüd dağı gibi şişmek: 

Bir hastalık sebebi ile bir tarafı, özellikle de karın tarafı şişmek

Hüküm giymek: 

Mahkemece ya da birileri tarafından kendisine ceza verilmek.

Hüküm sürmek: 

1. İş başında olmak. 2. Yaygın olmak. 3. Bir şeyin güçlü varlığı sürüp gitmek. Örnek: "Beşinci Kral beş yıl hüküm sürdü."

Hükümet kapısı: 

Devlet dairesi. Örnek: "Hükümet kapıları halka açık kılınmalıdır."

Hür düşünüş: 

İstediğini, düşündüğünü baskı altında kalmadan söyleme.

Hüsn-ü kuruntu: 

İhtimalî bulunmadığı hâlde güzel bir şeyin olacağını sanma, hayal etme, buna kendini inandırma.


🔤 Deyimler Sözlüğü: A'dan Z'ye En Bilinen Kalıplaşmış Deyim Örnekleri ve Anlamları


Beğen ve Yorum Yap
Sosyal Mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)

Bu Yazının Yorumları

Son Yorumlar

derviş baba- 6 gün önce

Dolgun bir yazı. Teşekkürler...İbn Sînâ (Avicenna): Bilgelik,...

Neslihan- 2 ay önce

Çok güzel, duygulu bir türkü. 🥰🙏Allı Turnam Bizim Ele Varırsan...

Kadir TEPE- 3 ay önce

İnsanın eşinden, sevdiğinden ayrı kalışın; ya da on...Allı Turnam Bizim Ele Varırsan...
Daha Fazlasını Gör