Okuryazar / Dergi / Deyimler Sözlüğü: G Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları (2. Kısım) yazısını görüntülemektesiniz.
1 kişi bu yazıyı beğendi
Beğen
Deyimler Sözlüğü: G Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları (2. Kısım)

Deyimler Sözlüğü: G Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları (2. Kısım)

G harfiyle başlayan deyimler 2. kısım, Türkçemizin anlatım gücünü artıran, duyguları ve düşünceleri etkili biçimde ifade etmeye yarayan kalıplaşmış söz öbeklerinden oluşur. Bu sayfada, "gözü alışmak" gibi mecazlı deyimlerden, günlük konuşmalarda sıkça karşılaşılan kısa deyimlere kadar G harfiyle başlayan en çok bilinen deyim örneklerini ve anlamlarını bir araya getirdik.

Türk dili derslerinde, edebi metinlerde veya günlük diyaloglarda sıkça karşımıza çıkan bu deyimler, hem çocuklar hem de yetişkinler için dilin zenginliğini keşfetme fırsatı sunar. Özellikle deyim nedir, deyimlerin özellikleri nelerdir gibi soruların yanıtlarını arayan kullanıcılar için bu sayfa, alfabetik ve sade bir kaynak niteliği taşır.

Arama motorlarında sıkça aratılan "G ile başlayan deyimler ve anlamları", "en bilinen kısa deyimler", "ilkokul için 5 tane deyim örneği" gibi sorgulara cevap niteliği taşıyan bu liste, aynı zamanda eğitim amaçlı sunumlar, sınav hazırlıkları ve genel kültür açısından da oldukça yararlıdır.

Sayfanın devamında, G harfiyle başlayan deyimlerin anlamlarını, örnek cümlelerle birlikte detaylı olarak inceleyebilirsiniz.


G Harfi ile Başlayan Deyimler (2. Kısım)

Bu kısımda "Göz bebeği" deyiminden "Gözüyle tartmak" kelimesine kadarki tüm deyimler yer alıyor.


Göz bebeği: 

Pek değerli, sevgili, çok önem verilen (kimse). Örnek: "Babam benim göz bebeğimdir."

Göz boyamak: 

Gösterişle aldatmak, bir şeyi iyi gibi göstermek, kandırmak, yanıltmak.

Göz değmek: 

Uğursuzluk, kötülük getirdiğine inanılan kıskanç veya hayran bakışlar dolayısıyla kötü bir duruma düşmek.

Göz dikmek: 

Bir şeyi ele geçirmek isteğinde olmak. Örnek: "Komşusunun tarlasına göz dikti."

Göz doldurmak: 

Hâli, tavrı ve görünüşü ile beklenenden çok etkilemek. Örnek: "Vitrine konan elbiseler göz dolduruyor."

Göz doyurmak: 

Bir şey görünüşü ile umulduğundan çok etkilemek.

Göz etmek: 

Gözle işaret etmek.

Göz gezdirmek: 

1. Derinlemesine incelemeden okumak. 2. Bir şeyi, bir yeri pek fazla dikkat etmeden çabucak incelemek. Örnek: "Raftaki mallara şöyle bir göz gezdirip çıkalım."

Göz göre göre: 

Apaçık şekilde, herkesin gözü önünde. Örnek: "Göz göre göre yaktılar zavallının evini."

Göz göz olmak: 

Üzerinde birçok göz, delik oluşmak veya bulunmak. Örnek: "Yeter oldu bu sitemler yetişir / Göz göz oldu kara bağrım tutuşur"

Göz göze gelmek: 

Her iki tarafın bakışları karşılaşmak. Örnek: "İşte bu iki adam bir aralık göz göze geldiler."

Göz (gözler) önüne sermek: 

Açıklamak, sergilemek, göstermek, tanıtmak: Adı duyulmamış, şiiri bilinmeyen gençleri tutar, gözler önüne sererdi.

Göz gözü görmemek: 

Dumandan, karanlıktan ya da yoğun tozdan hiçbir şey görülmez olmak. Örnek: "Sokağa çıkmıştık, ancak sisten göz gözü görmüyordu."

Göz hakkı: 

Görülüp de imrenilen yiyeceklerden görenlere çıkarılan pay, imrenmelerini yok edecek küçük parça. Örnek: "Çocukların göz hakkını ayırmayı da sakın unutmayın."

Göz hapsine almak: 

Gözetlemek, bir şeyin üzerinden bakışlarını ayırmamak, birinin hiçbir davranışını gözden kaçırmamak. Örnek: "Askerler, kaçak mahkûmun sığındığı evi bir saat kadar göz hapsine aldılar."

Göz kamaştırmak (almak): 

1. Hayran bırakmak. 2. Güçlü, parlak bir ışığın kısa bir zaman için görüşü bulandırması, bakılan yeri görmez etmesi. Örnek: "Kapıdan çıkar çıkmaz göz kamaştıran bir ışığın etkisine girip donakaldılar."

Göz kararı: 

Gözle oranlanarak belirtilen miktar, gözle yapılan ölçme ya da oranlama. Örnek: "Kumaşı göz kararı ölçüp verdi."

Göz kaş süzmek: 

Dikkatle ve hissettirmeden bakışlarla kontrol altında tutmak. Örnek: "Anlamlı anlamlı birbirine işaretler yaparak, göz kaş süzerek Emine'ye uzun uzun bakıyorlar."

Göz kesilmek: 

Bütün dikkatiyle bakmak.

Göz kırpmadan: 

1. Hiç duraksayıp çekinmeden. 2. Acımadan, merhamet etmeden. Örnek: "Çocukları göz kırpmadan kurşuna dizdiler."

Göz kırpmak: 

1. Göz kapağını kapayıp açmak. Örnek: "Hem gülüyor hem sık sık bana kaçamak bakışlarla bakıyor, muziplikle göz kırpıyor." 2. Başkasına söylediklerinin doğru olmadığını işaretle anlatmak için, benimsediği kimseye bakarak gözünü kapayıp açmak. Örnek: "İki sahilde pencerelerden damla damla taşan ışıklar güzel aydedeye göz kırpmakta yıldızlarla rekabet ediyor sanılır."

Göz kırpmamak: 

1. Hiç uyumamak. 2. Tehlikeye aldırmamak. Örnek: "Bu gece hiç göz kırpmadım, hep seni düşündüm."

Göz kulak olmak: 

1. Korumak, bakmak, gözetmek. 2. Görme ve işitme yoluyla öğrenmeye çalışmak. Örnek: "Yolda ona göz kulak ol da başına bir şey gelmesin."

Göz (gözünün) kuyruğuyla bakmak: 

Göz ucuyla bakmak.

Göz nuru dökmek: 

Göz emeği harcamak; gözün dikkatini, elin emeğini gerektiren ince bir iş yapmak ve işte uzun süre çalışmak. Örnek: "Onca göz nuru döktüğü el işleri ürünleri çok ucuza satılınca kahroldu."

Göz (gözünün) önünde olmak: 

1. Sürekli denetimi altında bulunmak. 2. Unutmamak, olduğu gibi hatırlamak. Örnek: "Hızla açılan kapıdan içeri girişi, hayır girişi değil, atılışı hâlâ gözümün önündedir." 3. Gündemde yer almak. 4. Kolayca ulaşılabilecek bir yerde bulunmak.

Göz önünde tutmak (bulundurmak): 

Dikkate almak. Herhangi bir durumun nasıl bir sonuca yol açacağını hesaba katmak. Örnek: "Yola çıkıyorsunuz ama yağmuru da göz önünde tutun."

Göz önüne almak: 

Önceden düşünmek, hesaplamak, dikkate almak. Örnek: "1908'den önceki zemin ve zamanı göz önüne almalı."

Göz önüne getirmek: 

Zihinde canlandırmak, tasarlamak.

Göz (gözünün) önüne serilmek: 

Görülmek, bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmak. Örnek: "İstanbul'a bu yükseklikten bakılınca birden gözlerimizin önüne serilir."

Göz süzmek: 

Baygın ve anlamlı bakmak. Örnek: "Göz süzüp boyun kırması, erkeği baştan çıkarmanın ilmini bilmesi fabrikaların tezgâh başlarında, soyunma odalarında konuşuldu."

Göz ucuyla bakmak: 

Belli etmemeye çalışarak, başını çevirmeden göz kenarı ile yandan bakmak. Örnek: "Yabancı askerlere göz ucuyla bakmaya başladı."

Göz ucuyla görmek: 

Fark etmek. Örnek: "Benim için dualar okuduğunu göz ucuyla görebiliyordum."

Göz ucuyla süzmek: 

İyice tanımak, bilmek veya dikkat çekmek amacıyla hafif kısık gözle incelemek, bakmak. Örnek: "Sokakta göz ucuyla süzdüğüm kadının bana ehemmiyet vermediğini görürsem hoşça bir latife söyleyiveririm."

Göz yıldırmak: 

Gözünü korkutmak.

Göz yummak: 

Kabahatlerini, kusurlarını hoş karşılamak, görmezlikten gelmek, bağışlamak. Örnek: "Sana bu yaşa gelinceye kadar göz yumdum, ama artık yeter."

Göz yummamak: 

1. Hoş görmemek, bağışlamamak. 2. Hiç uyumamak. Örnek: "Sabaha kadar gözlerimi yummadım."

Gözaltına almak: 

Güvenlik kuvvetleri birini belli bir süre, belli bir yerde tutmak, nezarete almak.

Gözaltında tutmak: 

1. Güvenlik kuvvetleri birini belli bir süre, belli bir yerde tutmak. 2. Gözetlemek.

Gözaydın etmek: 

Güzel bir olay için kutlamak, iyi dileklerde bulunmak. Örnek: "Bir hafta evimize geldiler, gittiler. Köylerden bizleri tanıyanlar bile geldiler, gözaydın ettiler."

Gözaydına gelmek: 

Birine kavuştuğu sevindirici bir durum dolayısıyla kutlamaya, iyi dilekte bulunmaya gelmek. Örnek: "Eve dönünce orasını düğünevi gibi kalabalık buldum. Duyan kadınlar gözaydına gelmişler."

Gözaydına gitmek: 

Birine kavuştuğu sevindirici bir durum dolayısıyla kutlamaya, iyi dilekte bulunmaya gitmek.

Gözdağı vermek: 

Korkutmak, tehdit etmek, istediğini yaptırmak için yıldırmak. Örnek: "Ona öyle bir gözdağı verin ki bir daha buralara ayak basmasın!"

Gözde tütmek: 

Çok özlemek, hasret çekmek. Örnek: "Yıllardan beri gözümde tüten köyüme yarın kavuşuyorum!"

Gözden çıkarmak: 

Bir malın elinden çıkmasına katlanmak, bir şeyden vazgeçmek ve yokluğuna razı olmak. Örnek: "Evi ister istemez gözden çıkardılar."

Gözden düşmek: 

Kendisine daha önce duyulan sevgi ve ilgiyi kaybetmek. Örnek: "Eskisi gibi top oynayamayan Ali bir senede gözden düştü."

Gözden geçirmek: 

1. Okumak. 2. Durumu incelemek. 3. Niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına bakmak. Örnek: "Yapılan işleri gözden geçirdiniz mi?"

Gözden gönülden çıkarmak: 

Önem vermemek, ilgisini kesmek. Örnek: "Şimdi, artık gözünden ve gönlünden çıkardığı bu adamın her şeyi onun için müsavi idi."

Gözden ırak olan gönülden de ırak olur: 

"Ayrı düşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır" anlamında kullanılır.

Gözden ırak tutmak: 

Görmek istememek.

Gözden ırak tutulmak: 

Önem verilmemek, değersiz bulmak. Örnek: "Bunca yüzyıl gözden ırak tutulan gerçek Türkçeyi ön plana almak gerekiyordu."

Gözden (gözünden) kaçırmak: 

Dalgınlıkla görmemek. Örnek: "Fikirleri dağınıklıktan kurtarmak için, özüne irca etmek ve onu gözden kaçırmamak lazımdır."

Gözden kaçmak: 

Farkına varılmamak, ortadan çekilmek, görülmemek. Örnek: "Nasıl oldu da gözden kaçırdık onu."

Gözden kaybetmek: 

Görünmemek, ortadan çekilip gitmek. Örnek: "Mektepten sonra birbirimizi gözden kaybetmiştik."

Gözden kaybolmak: 

Ortadan çekilmek, görünmez olmak. Örnek: "Adam biraz önce buradaydı ama gözden kayboldu."

Gözden nihan olmak: 

Gözden kaybolmak. Örnek: "Nihayet yıkık bir kulübe civarında gözden nihan oldular."

Gözden (gözünden) sürmeyi çalmak (çekmek): 

Hırsızlıkta çok becerikli, çok usta olmak.

Gözden uzak tutmak: 

Önem vermemek, arka plana itmek: Çıkarlarını gözettiği sınıfı gözden uzak tutmak, adını andırmamak isterler.

Gözden uzaklaşmak: 

Ayrılıp başka yere gitmek, görünmez olmak.

Göze almak: 

Bir iş nedeniyle karşılaşabileceği her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabullenmek. Örnek: "Vatan için kim ölümü göze almaz ki?"

Göze batmak: 

1. Başkalarını aşırı söz ve davranışlarıyla tedirgin etmek. 2. Kıskançlığa, çekememezliğe yol açmak. Örnek: "Her davranışınla gözüme batıyorsun. Kendine bir çeki düzen ver."

Göze çarpmak: 

Görünüşü ile dikkati üzerine çekmek. Örnek: "O uzun boyuyla hemen göze çarpıyordu." 

Göze diken olmak: 

Göze batmak.

Göze gelmek: 

Birisine nazar değmiş olmak.

Göze girmek: 

Yetenekleri ve davranışları ile çevresinde, bulunduğu yerde sevgi ve güven kazanmak. Örnek: "Kısa zamanda göze girmeyi başardı."

Göze görünmek: 

Belli, açık olmak.

Göze görünmemek: 

1. Ortaya çıkmamak, ortalıkta dolaşmamak, saklanmak. 2. Kendisi var olduğu hâlde göz onu görememek. 3. Değersiz olmak.

Göze göz, dişe diş: 

Misilleme; aynı biçimde kötülük yapıp öç alma, kötülüğü yapandan acısını çıkarma. Örnek: "Düşmanla artık göze göz, dişe diş mücadele edilecektir."

Gözetim altında tutmak: 

Göz önünden ayırmamak. Örnek: "Onu kolla, gözetim altında tut ama bunu ona hiç belli etme."

Gözetime almak: 

Gözetmek.

Gözle görülür, elle tutulur hâle gelmek: 

Çok açık bir biçimde görülmek, herkes tarafından bilinmek: Haksızlık, rüşvet, gözle görülür, elle tutulur hâle gelmişti.

Gözle yemek: 

1. Bir şeye çok istekle ve dik dik bakmak. 2. Göz değdirmek. Örnek: "Çocuğu gözle yediler."

Gözlem altına almak: 

1. Bir nesneyi, olayı veya bir gerçeği, niteliklerinin bilinmesi amacıyla, dikkatli ve planlı olarak ele alıp incelemek. 2. Hastanın hastalığını izlemek, denetim altında bulundurmak.

Gözleri bayılmak: 

Uyku, istek vb. bir durum gözlerinden belli olmak.

Gözleri berraklaşmak: 

Bakışları daha canlı ve parlak olmak. Örnek: "Çocukluğuna ait bazı hatıralarını söylerken, gözleri berraklaşıyordu."

Gözleri buğulanmak (bulutlanmak): 

Gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek.

Gözleri bulutlanmak: 

Gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek.

Gözleri çakmak çakmak (olmak): 

Ateşli hastalık veya öfkeden gözleri kızarmış ve parlamış (olmak). Örnek: "Avuçları ateş gibi fersiz gözleri çakmak çakmak dört dönüyordu."

Gözleri çukura gitmek (kaçmak): 

Aşırı yorgunluktan göz çevresi kararmak veya çökmek. Örnek: "Genç yakışıklı yüzü solmuş, gözleri çukura kaçmıştı."

Gözleri dolmak (dolu dolu olmak): 

Ağlayacak gibi olmak, göz pınarlarına yaş yürümek. Örnek: "Hiç beklemediği bir anda beni karşısında görünce gözleri dolu dolu oldu."

Gözleri dönmek: 

Aşırı ateşten veya can çekişirken gözlerin renkli bölümü kapakların altında kalarak görünmemek.

Gözleri fal taşı gibi açılmak: 

Hayret, şaşkınlık ve öfke gibi sebeplerle gözleri iri iri açılmış olmak.

Gözleri fıldır fıldır etmek: 

Gözleri zekice, çabuk çabuk dönerek her tarafa bakmak.

Gözleri fıldır fıldır olmak: 

Telaşlı bir biçimde bakmak. Örnek: "Pipo içer, gözleri yüzünde iki ateş böceği gibi fıldır fıldırdır."

Gözleri ışıklı (olmak): 

Gözleri ışık içinde (olmak).

Gözleri kan çanağına dönmek (kanlanmak): 

Uykusuzluk, ağlama, kızgınlık ya da bir şeyin kaçması sebebiyle gözlerin çok kızarmış olması. Gözleri kapanmak

Gözleri kapanmak: 

1. Ölmek. 2. Çok uykusu gelmek.

Gözleri parlamak (parıldamak): 

Gözlerinde sevinç ve istek belirmek. Örnek: "İki kere gidip geldikten sonra gözleri parladı, evi bulmuştu.' -H. E. Adıvar. 'Yavaş yavaş başlarını kaldırıp yekdiğerinin yüzüne baktılar, ikisinin de gözleri parıldadı."

Gözleri sulanmak: 

Gözlerine yaş gelmek.

Gözleri süzülmek: 

Göz kapakları hafifçe kapanmaya başlamak. Örnek: "İki elini bastonun gümüş topuzuna dayamış, gözleri saadetten süzülmüş, adamı dinliyordu."

Gözleri şıldır şıldır dönmek: 

Gözleri yaş dolu bir biçimde bakmak. Örnek: "Gözleri şıldır şıldır dönerek şikâyet ederdi."

Gözleri takılıp kalmak: 

Bir şeyden gözlerini ayıramamak. Örnek: "O anda pek çok şeyler yapmak istediği hâlde, gözleri köşeyi ağır ağır dönen tramvaya takılıp kalmıştı."

Gözleri velfecri okumak: 

Kurnazlığı gözlerinden belli olmak.

Gözleri yaşarmak: 

Üzücü ve duygulandırıcı bir durum karşısında gözlerinden yaş gelmek. Örnek: "Gurbetteki oğlundan gelen mektup eline tutuşturulunca gözleri yaşardı."

Gözleri yollarda kalmak: 

Özlemle beklemek.

Gözleri yuvalarından (evinden) fırlamak (uğramak): 

Korku, öfke ve telaşı gözlerinden belli olmak. Örnek: "Cüce rolünde halkı gülmekten katıltan sırıtış, Rakım'ın bütün buruşuklarını kaplamış, ayrık gözleri evlerinden uğramış."

Gözlerinde şimşek çakmak: 

Aşırı parlamak. Örnek: "Bazen kara gözlerinde şimşekler çakıyordu."

Gözlerinden okumak: 

Düşüncelerini bakışlarından sezmek. Örnek: "Doktor, Sevim Hanım'ın içinden geçenleri gözlerinden okuyarak söze karıştığında pişman oldu."

Gözlerinden uyku akmak: 

Çok uykusu geldiği için göz kapakları kapanır gibi olmak. Örnek: "Çocukcağızın gözlerinden uyku akıyor, şunu yatağına yatırın."

Gözlerine inanmamak: 

Hiç beklemediği bir anda bir şeyi görüp çok şaşırmak, bu sebeple gördüğünün gerçek olduğuna inanmamak. Örnek: "Gözlerime inanamıyorum, sen misin Ahmet?"

Gözlerini bayıltmak: 

Gözlerini yarı kapamak. Örnek: "İnleyerek, gözlerini bayıltarak nasıl düştüğünü anlatıyor."

Gözlerini belertmek: 

Gözlerini, akı çok görünecek biçimde açmak. Örnek: "Birisinin âşıklı maşuklu bir masal söylediğini işitti mi karşısında apışıp gözlerini belertiyordu."

Gözlerini bitirmek: 

Gözlerini aşırı yormak. Örnek: "Her gece fasılasız çalışmak gözlerimi bitirdi."

Gözlerini devirmek: 

Öfke ile bakmak. Örnek: "Şerbetçide temiz bardak bulamayan müşteri, gözlerini devire devire bağırıyor."

Gözlerini fal taşı gibi açmak: 

Şaşkınlıkla, hayretle bakmak.

Gözlerini kaçırmak: 

Biriyle göz göze gelmemek için gözlerini başka tarafa çevirmek. Örnek: "Bazen böyle bir tesadüf olursa gözlerini kaçırmayı doğru bulmuyorlardı."

Gözlerini (gözünü) kan bürümek: 

Çok öfkeli, kinli olmak; her kötülüğü yapacak hâle gelmek. Örnek: "Bir adamın gözlerini kan bürümesin, ondan her türlü belâ beklenebilir."

Gözlerinin içi gülmek: 

Çok sevindiğini gözlerinden ve yüzünden belli etmek. Örnek: "Sınıfını geçtiğini öğrenen Halim'in gözlerinin içi gülüyordu."

Gözlerinin içine kadar kızarmak: 

Utancından yüzü çok kızarmak.

Gözü aç: 

Aç gözlü, doymak bilmeyen, gerektiğinden fazlasını isteyen. Örnek: "Gözü aç insanlar topluma huzur vermezler."

Gözü açık: 

Uyanık, kurnaz, çıkarlarını iyi kollayan, becerikli, zeki. Örnek: "Senin çocuk gözü açık birisi olacak galiba."

Gözü açık gitmek: 

Çok istediği şeylere kavuşamadan ölmek. Örnek: "Halam 'gurbete giden oğluma kavuşamadan ölürsem gözüm açık gider' dedi."

Gözü açık olmak: 

Fırsattan yararlanmak, kurnazca davranmak.

Gözü açılmak: 

Yararlıyı yararsızı, iyiyi kötüyü ayırt edebilir duruma gelmek. Örnek: "Yaşı büyüdükçe gözü de açılmaya başladı."

Gözü akmak: 

Gözü yaralanıp kör olmak.

Gözü alışmak: 

1. Önceden iyi göremediği bir şeyi sonradan görür olmak. 2. Mec., Bir şey ilk etkisini yitirmek, yadırganmaz olmak.

Gözü almamak: 

Bir işi becerebileceğine inanmamak, yadırganmaz olmak.

Gözü arkada kalmak: 

Kendisi ayrıldıktan sonra, bıraktığı şey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek, merak etmek. Örnek: "Köyden ayrılıyordu ama gözü de arkada kalmıştı."

Gözü bağlı: 

1. Sorup soruşturmadan, anlayıp anlamadan. 2. Gafil, çevresinde olup bitenlerin farkında olmayan. Örnek: "Hiçbir zaman gözü bağlı biri olmanı istemem senin."

Gözü bağlı olmak: 

1. Bağlanmak, tutulmak. 2. Büyülenmiş bulunmak.

Gözü bulanmak: 

Bulanık görmeye başlamak.

Gözü büyükte olmak: 

Büyük emeller beslemek.

Gözü dalmak: 

Gözlerini bir noktaya dikerek dalgın dalgın bakmak. Örnek: "Zavallı ihtiyar bir noktaya gözü dalmış öylece duruyordu."

Gözü değmek: 

Uğursuzluk, kötülük getirdiğine inanılan kıskanç veya hayran bakışlar dolayısıyla kötü bir duruma düşürmek.

Gözü doymak: 

Çok istenen bir şeye kavuşup, artık istemez duruma gelmek. Örnek: "Sanırım şimdi gözün doymuştur, daha istemezsin artık."

Gözü (gözleri) dönmek: 

Aşırı bir isteğin, öfkenin etkisiyle ne yaptığını bilmez duruma gelmek. Örnek: "Teşebbüs, hamle, gayret, aksiyon ne demektir, bu gözü dönmüş insanlardan öğrenmek lazım."

Gözü dumanlanmak: 

Öfkeden gözü hiçbir şey görmez duruma gelmek.

Gözü dünyayı görmemek: 

Hiç kimseye, hiçbir şeye önem, değer vermemek. Örnek: "Bir kere fevri, hemen parlar, kızınca gözü dünyayı görmez."

Gözü gibi sakınmak (esirgemek): 

Bir şeye aşırı derecede ilgi duymak, onu koruyup gözetmek, dikkatle muhafaza etmek. Örnek: "Çocuğunu gözü gibi sakınıyordu kadıncağız."

Gözü gönlü açılmak: 

Neşelenmek, ferahlamak.

Gözü görmemek: 

1. Görmez olmak. 2. Belli bir şeyden başka bir şeyle ilgilenmemek. 3. Öfke sonucu en kötü şeyleri yapacak duruma gelmek.

Gözü hiçbir şey görmemek: 

Heyecana, öfkeye ya da önem verdiği bir işe kapılıp başka hiçbir şeyle uğraşamaz duruma gelmek. Örnek: "Kendinden öylesine geçmişti ki gözü hiçbir şeyi görmez olmuştu."

Gözü ısırmak: 

Bir kimseyi sanki tanır gibi olmak.

Gözü ilişmek: 

İstemeden, birdenbire, rastgele görmek.

Gözü kalmak: 

1. Elde edemediği bir şeye karşı isteği sürmek. 2. Elde edemediği bir şeyi kıskanmak. Örnek: "Ben herkesin gözü kalsın istemem yediğim lokmada."

Gözü (gözleri) kamaşmak: 

1. Güçlü bir ışık sebebiyle göz bakamaz olmak. Örnek: "Güneş hiç olmadığı kadar parlaktı, gözlerim kamaştı.'" 2. Mec., Çok etkilenmek.

Gözü kapalı olmak: 

Çevresinde olup bitenin farkına varmamak, ilgisiz kalmak.

Gözü kara çıkmak: 

Korkusuz olduğu anlaşılmak. Örnek: "Gözü kara çıkmış, yaşamın bozuk para gibi harcanabileceğini kanıtlayan o üstün insanlar arasına katılmıştı."

Gözü (gözleri) kararmak: 

1. Başı dönmek, hafif baygınlık geçirmek. Örnek: "Duvar tarafına doğru bir adım atarak evet cevabını veren Orhan'ın gözleri gene kararıyordu." 2. Mec., Umutsuzluğun veya aşırı bir isteğin etkisi altında ne yaptığını bilmez duruma gelmek. Örnek: "İnsan sevgisi ne kadar yoğunsa gözü karardığında cesareti de o denli delice idi."

Gözü (gözleri) kaymak (kaçmak): 

1. Gözünde hafifçe şaşılık bulunmak. 2. İstemeyerek bakıvermek. Örnek: "İstemeye istemeye gözleri lokantacıya kaçtı." 3. Bayılmak sırasında gözünün akı çoğalmak.

Gözü kesmek: 

Bir işi yapabilme konusunda başkalarına ve kendisine güvenmek. Örnek: "Onca işi yapmaya gözün kesiyor mu?" Gözü kara (veya pek)

Gözü kızmak: 

Gözü hiçbir şey görmeyecek ölçüde öfkelenmek.

Gözü korkmak: 

Daha önce başından geçen kötü bir denemeden sonra, birinden veya bir şeyden zarar gelebileceği endişesine kapılmak ve o işi yapmaktan çekinmek.

Gözü (gözleri) (bir şeyde, bir şeyin üzerinde) olmak: 

Dikkati bir yerde toplanmak. Örnek: "Masalarda oturan kadınların en ufak bir harekette gözleri kapıdaydı."

Gözü (gözleri) okşamak: 

Göze hoş görünmek. Örnek: "Kadıköy'den Fenerbahçe'ye kadar olan saha, gözleri okşayan bağlarla örtülüdür."

Gözü pek (kara): 

Korkusuz, atılgan, cesur, tehlikelere aldırmayan. Örnek: "Gözü pek insanlardan korkulmaz, çünkü onlar kartlarını açık oynarlar."

Gözü sönmek: 

Kör olmak.

Gözü toprağa bakmak: 

Ölmek üzere olmak.

Gözü sulu: 

En küçük sevinç ya da üzüntü karşısında hemen ağlayıveren, gözyaşlarını tutamayan. Örnek: "Senin kız da amma gözü sulu biriymiş."

Gözü tok: 

Elinde imkânlar olsun olmasın, mal-mülk veya paraya düşkün olmayan, cömert. Örnek: "O mu? Gözü tok bir insandır, inanın."

Gözü tutmak: 

Güvenmek, beğenmek. Örnek: "O adamı gözüm tuttu benim."

Gözü uyku tutmamak: 

Uyuyamamak. Örnek: "O gece Aşağı Sazan'ın gözünü uyku tutmamıştır, birçok pencerede ışık vardır."

Gözü (gözleri) üstünde kalmak: 

1. Kıskançlık sebebiyle herkesin ilgisini çekmek. Örnek: "O, dükkânı sana vereyim, dedi, ben istemedim. Neme lazım, bin kişinin gözü üstünde kalacak." 2. Herkesin dikkatini çekmek.

Gözü üzerinde olmak: 

Bir şeye, bir kimseye sık sık bakarak ne durumda olduğunu kontrol etmek, dolayısıyla kötü bir sonuca meydan vermemeye çalışmak. Örnek: "Gözünüz üzerinde olsun, devamlı izleyin onu."

Gözü yılmak: 

Daha önce denediği için o durumla karşılaşmaktan korkmak, o işe girişmekten çekinmek. Örnek: "Sebzecilik işinden gözüm yıldı, bir daha bu işe girişeceğimi sanmıyorum."

Gözü yolda (yollarda) kalmak (olmak): 

Birinin gelmesini merak, istek veya özlemle beklemek.

Gözü yüksekte (yükseklerde) olmak: 

Hâlen bulunduğu durumdan daha yüksek bir duruma ya da mevkiye çıkmak istemek, böyle bir amacı gütmek. Örnek: "Bundan böyle küçük şeylerle yetinme, gözün yükseklerde olsun daima."

Gözüm çıksın (kör olsun): 

Bir şeyin doğruluğuna inandırmak için edilen ant.

Gözün aydın! 

Sevinçli bir olay dolayısıyla kullanılan bir kutlama sözü.

Gözünde büyümek: 

Olduğundan fazla büyük ya da güç görünmek. Örnek: "Onca yolu nasıl yürüyeceğim, gittikçe gözümde büyüyor."

Gözünde büyütmek: 

Bir kimseyi, olayı veya şeyi abartmak. Örnek: "Bir zamanlar gözünde büyüttüğü adama bir nevi minnet borcu edası olmalıydı bu."

Gözünde (gözlerinde) şimşek (şimşekler) çakmak: 

1. Sert ve şiddetli darbe yüzünden göz önünde yıldızlar oluşmak. 2. Çok sevindiğini belli etmek. Örnek: "Zehra'yı Haşim'e almayı düşünürken, oğlanın gözlerinde nasıl şimşek çakmıştı." 3. Çok kızmak, öfkelenmek. Örnek: "Eski oyuncunun gözlerinde şimşekler çaktı, yutkundu." 4. Çok üzücü bir sebeple sarsılmak.

Gözünde tütmek: 

Çok özlemek. Örnek: "Akşamlar niçin hâlâ gözünde tütüyor?"

Gözünden (gözlerinden) uyku akmak: 

Çok uykulu olmak. Örnek: "Şilteye diz çökmüş, uyku akan gözlerini parmaklarıyla açıyor, uyumayayım diye ninni söylüyordu."

Gözünden (gözlerinden) yaş (yaşlar) boşanmak: 

Çok ağlamak. Örnek: "Gözlerinden yaşlar boşandı birden."

Gözünden kıskanmak: 

Üzerine titremek, kollayıp gözetmek.

Gözüne bakmak: 

1. Verilen emri yapmak üzere işaret beklemek, işareti verecek kimseyi gözlemek. 2. Gerektiğinden fazla dikkat göstermek, koruyup gözetmek. 3. Gözünün veya gözlerinin içine bakmak. Örnek: "Üç kuruş para verecek diye adamın gözünün içine bakıyor, ne derse yapıyoruz, daha ne istiyor bizden."

Gözüne batmak: 

Tedirgin etmek, rahatsız etmek. Örnek: "Kimsenin gözüne batmadan, tanınıp bilinmeden büyük bir kentin kaldırımlarında yaşamanın doyulmaz bir tadı vardı."

Gözüne çarpmak: 

Görünür olmak, dikkati çekmek. Örnek: "İlk gözüme çarpan köşe minderi ve üstündeki eski nakışlarla işlenmiş yastıklar."

Gözüne diken olmak: 

Gözüne batmak. Örnek: "Hasene'yi odadan kovdunuz da şimdi gözünüze ben mi diken oldum?"

Gözüne dizine dursun: 

Nankörlük eden kimseye karşı söylenen ilenme sözü. "Allah, bu nankörlüğünün cezasını versin." anlamında kullanılır.

Gözüne girmek: 

Birinin sevgi ve ilgisini kazanmak.

Gözüne hiçbir şey görünmemek: 

Kendi derdi dolayısıyla hiçbir şeye değer vermemek.

Gözüne karasu inmek: 

1. Karasu hastalığı yüzünden gözü görmez olmak. 2. Gelmesini çok istediği kimsenin uzun süre yolunu gözlemek.

Gözüne kestirmek: 

1. Başarabileceğini ummak. 2. Zevkine uygun bulmak, hoşlanmak. Örnek: "Dam olarak beni gözüne kestirdiği anlaşılıyordu." 3. Uygun bulmak, elverişli görmek. Örnek: "Kayaların gözüme kestirdiğim bir yerinden aşağı inmeye başladım."

Gözüne sokmak: 

1. Görmek istemediği bir şeyi zorla göstermek. 2. Bir çaba sonucu, bir kimseyi büyüğünün beğenmesini sağlamak. Örnek: "Kalemi gözüne sokarcasına uzattı."

Gözüne uyku girmemek: 

Uyuyamamak, uykusuz kalmak, hiç uyumamak. Örnek: "Gözüme uyku girmedi bu gece."

Gözünü açmak: 

1. Uyanık, dikkatli olmak. 2. Birisine bilgiler vererek görüşünü genişletmek. Örnek: "Gözünü aç, işini kimseye kaptırma."

Gözünü ağartmak: 

Gözlerini belertmek.

Gözünü alamamak: 

Bir şeye, bir yere bakmaktayken, gözünü oradan başka bir yere çevirememek. Örnek: "Sermet Bey, gözünü köşkten alamıyordu."

(Bir şeyden) Gözünü ayırmamak: 

Bir şeye sürekli olarak bakmaktan kendini alamamak. Örnek: "Ateşoğlu, bir yandan da gözlerini deniz yüzüne gelen ve yüzde suyu fokurdatan hava habbelerinden ayırmıyordu."

Gözünü çıkarmak: 

Zarara uğratmak, bir işi kötü biçimde yapmak, iyi yerine kötüyü seçmek. Örnek: "Öyle bir taş attı ki az kalsın kuzunun gözünü çıkaracaktı."

Gözünü daldan budaktan esirgememek (veya sakınmamak): 

Tehlikeli işlere girişmekten çekinmemek. Örnek: "Sen ki gençliğinde gözünü daldan budaktan sakınmazdın, ne oldu sana böyle?"

Gözünü (gözlerini) (bir şeye) dikmek: 

Dikkatle bakmak, gözünü ayırmadan bir yere veya bir kimseye bakmak. Örnek: "O sert bir tavır alıyor, gözlerini Ali Rıza Bey'in gözlerine dikerek adamcağızı büsbütün şaşırtıyordu."

Gözünü doyurmak: 

Bol bol vermek.

Gözünü dört açmak: 

Bir hileye düşmemek, aldanmamak için çok dikkatli olmak. Örnek: "Gözünü dört aç da kuru odun yerine yaş odun koymasınlar."

Gözünü (gözlerini) duman bürümek: 

1. Hayale dalmak, dalgınlaşmak. Örnek: "Gözlerini de bir duman bürüyor, başını yana çevirerek uzaklara bakıyordu." 2. Hüzünlenmek.

Gözünü kan bürümek: 

Birisini öldürecek kadar öfkelenmek. Örnek: "Katillerin gözünü kan bürümüştü, önlerine çıkanı öldürüyorlardı."

Gözünü kapamak: 

1. Görmezlikten gelmek, yapışına ses çıkarmamak. 2. Ölmek. Örnek: "Dedem gözünü kapayınca o koca aile birdenbire dağılıvermiş."

Gözünü (gözlerini) kırpmadan: 

Çekinmeden, korkusuzca. Örnek: "Bu yüzden gözlerini kırpmadan cinayet işleyebiliyorlar."

Gözünü korkutmak: 

Yıldırmak, karşı duramaz hâle getirmek. Örnek: "İlk işi, adamlarıyla kasaba halkının gözünü korkutmak oldu."

Gözünü (gözlerini) oymak: 

Çok kötülük etmek. Örnek: "Pembe Teyzenin niyeti bozuk fakat babama göz atarsa gözünü oyacağımı dobra dobra söyledim."

Gözünü gözüne dikmek: 

Başkasının gözüne sürekli olarak bakmak.

Gözünü hırs bürümek: 

Aşırı hırslanmak.

Gözünü ... hırsı bürümek: 

Bir şeyi aşırı ölçüde istemek. Örnek: "İnsanın gözünü hırs, para hırsı bürümeye görsün!"

Gözünü kapamak: 

1. Ölmek. Örnek: "Fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak birdenbire karışmış." 2. Görmezden gelmek. Örnek: "Dünün kurumları ile birlikte güzellik ölçüleri, değerleri de değişiyor, biz bunlara gözlerimizi kapamak istiyoruz."

Gözünü karartmak: 

Bir işe atılırken hiçbir şeyden çekinmemek.

Gözünü kin bürümek: 

İntikam alma duygusundan başka bir şeye önem vermemek. Örnek: "Gözünü kin bürümüş, doğruyu eğriyi seçemiyor, kurunun yanında yaşı da yakacak."

Gözünü sevda (aşk) bürümek: 

Ondan başka hiçbir şeyi düşünmemek, tamamen ona bağlanmak. Örnek: "Senin gözünü sevda bürümüş, bey, dedi. Sen bir İzmir'e git de gönlünü eğle!"

Gözünü sevdiğim: 

Okşamalık olarak kullanılan bir söz.

Gözünü seveyim: 

Birinden bir şey isteneceği zaman kullanılan söz.

Gözünü toprak doyursun: 

Kendinden olan veya kendisine verilen şey ne kadar çok olursa olsun, bununla yetinmeyenler için söylenen bir ilenme sözü.

Gözünü üstünden ayırmamak: 

Sürekli denetim altında bulundurmak. Örnek: "Buna rağmen, bir şey yakalamak ümidiyle gözünü üstünden ayırmadığını hissediyordu."

Gözünü yıldırmak: 

Gözünü korkutmak. Örnek: "Hem de oraya kadar sürüklenmek, hanlarda birçok para harcamak, günlerce işten güçten kalmak köylülerin gözünü yıldırır."

Gözünü yummak: 

1. Gözünü kapamak. 2. Mec., Ölmek. Örnek: "Atatürk, o zaman için çaresiz bir hastalıktan gözünü yumduğu sırada altmışına basmamıştı."

Gözünün bebeği gibi sevmek: 

Çok sevmek.

Gözünün çapağını silmeden: 

Sabahleyin uyanır uyanmaz.

Gözünün içine baka baka: 

Cesaret ve soğukkanlılıkla.

Gözünün önünden geçmek: 

Hatırlamak. Örnek: "Selma Hanım'ın salonlarında gördüğü tipler birer birer gözünün önünden geçti."

Gözünün önünden gitmemek: 

Bir türlü unutamamak.

Gözünün önüne gelmek: 

Bir şeyi zihinde canlandırmak, tasarlamak, hatırlamak. Örnek: "Doğduğum köydeki çocukluğum, İstanbul'a gelişimiz, mektep, Avrupa. Hep gözümün önüne geldi."

Gözünün önünü görmemek: 

Sisten, pustan dolayı etrafını görememek.

Gözünün yaşına bakmamak: 

Hiç acımamak, merhamet etmemek. Örnek: "Gözünün yaşına bakmadan hapse attılar adamı."

Gözüyle görmek: 

Bir olaya tanık olmak.

Gözüyle (gözleriyle) tartmak: 

Kim ve ne olduğunu anlamak için dikkatle bakmak. Örnek: "Beni gözleriyle tartarak önümden geçti, sonra geri döndü geldi, oturmakta olduğun tahta sıranın ucuna ilişti."


🔤 G Harfi ile Başlayan Deyimler (1. Kısım)


🔤 G Harfi ile Başlayan Deyimler (3. Kısım)


🔤 Deyimler Sözlüğü: A'dan Z'ye En Bilinen Kalıplaşmış Deyim Örnekleri ve Anlamları


Beğen ve Yorum Yap
Sosyal Mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)

Bu Yazının Yorumları

Son Yorumlar

Neslihan- 1 hafta önce

Çok güzel, duygulu bir türkü. 🥰🙏Allı Turnam Bizim Ele Varırsan...

Kadir TEPE- 3 hafta önce

İnsanın eşinden, sevdiğinden ayrı kalışın; ya da on...Allı Turnam Bizim Ele Varırsan...

Neslihan- 2 ay önce

Tüm çocuklar ve büyükler okumalı:-)Momo (Michael Ende): Kitap Özet...
Daha Fazlasını Gör