Okuryazar / Dergi / Deyimler Sözlüğü: G Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları (1. Kısım) yazısını görüntülemektesiniz.
1 kişi bu yazıyı beğendi
Beğen
Deyimler Sözlüğü: G Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları (1. Kısım)

Deyimler Sözlüğü: G Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları (1. Kısım)

G harfiyle başlayan deyimler 1. Kısım, Türkçemizin anlatım gücünü artıran, duyguları ve düşünceleri etkili biçimde ifade etmeye yarayan kalıplaşmış söz öbeklerinden oluşur. Bu sayfada, "gardını almak" gibi mecazlı deyimlerden, günlük konuşmalarda sıkça karşılaşılan kısa deyimlere kadar G harfiyle başlayan en çok bilinen deyim örneklerini ve anlamlarını bir araya getirdik.

Türk dili derslerinde, edebi metinlerde veya günlük diyaloglarda sıkça karşımıza çıkan bu deyimler, hem çocuklar hem de yetişkinler için dilin zenginliğini keşfetme fırsatı sunar. Özellikle deyim nedir, deyimlerin özellikleri nelerdir gibi soruların yanıtlarını arayan kullanıcılar için bu sayfa, alfabetik ve sade bir kaynak niteliği taşır.

Arama motorlarında sıkça aratılan "G ile başlayan deyimler ve anlamları", "en bilinen kısa deyimler", "ilkokul için 10 tane deyim örneği" gibi sorgulara cevap niteliği taşıyan bu liste, aynı zamanda eğitim amaçlı sunumlar, sınav hazırlıkları ve genel kültür açısından da oldukça yararlıdır.

Sayfanın devamında, G harfiyle başlayan deyimlerin anlamlarını, örnek cümlelerle birlikte detaylı olarak inceleyebilirsiniz.


G Harfi ile Başlayan Deyimler (1. Kısım)

Bu kısımda "Gadre uğramak" deyiminden "Göz atmak" deyimine kadarki tüm deyimler yer alıyor.


Gadre uğramak: 

Haksız davranışlarla karşı karşıya gelmek. Örnek: "Önce kendini gadre uğramış sanan Nahit rolünü öğrenince utandı."

Gaf yapmak: 

Bilmeden yersiz bir davranışta bulunmak veya başkasını incitecek söz söylemek, pot kırmak, çam devirmek.

Gafil avlanmak: 

Hiç beklenmedik bir sırada yakalanmak, habersiz ve hazırlıksız olduğu sırada zor duruma düşürülmek. Örnek: "Ben gafil avlanacak bir insan değildim ama oldu bir kere."

Gaflet basmak: 

Uykusu gelmek. Örnek: "Siz konuşurken beni bir gaflet bastı ki hiç sorma, sizin konuştuklarınızı anladım diyemem."

Gaflet uykusuna dalmak (yatmak): 

1. Dalgınlıktan ileri gelen uyuşukluk içinde olmak. 2. İdraksizlik, bilgisizlik, aymazlık içinde olmak.

Gaflet uykusundan uyandırmak: 

Bilgisizlikten, idraksizlikten kurtarmak. Örnek: "Sanki Orhan Veli'nin okuyucuyu gaflet uykusundan uyandırmak için yazdığı mısra rakı şişesinin içindeymiş gibi."

Gaflete düşmek: 

Gaflet içinde kalmak.

Gagasından yakalamak: 

Bir kimseyi karşı koyamayacak duruma getirmek.

Gaipten haber vermek: 

Kendisinde manevi güç olduğuna inanılan kimse, gelecekte neler olacağından veya bilinmeyen âlemden haber vermek.

Galebe çalmak: 

1. Yenmek. Örnek: "Kocanın münasebeti her türlü cazibesini kaybettiği gün rakibine galebe çaldığına emin olabilirsin." 2. Üstün gelmek, baskın çıkmak. Örnek: "Kadıncağızın gönlü gence kayıyordu. Fakat neticede akıl ve mantık tarafı galebe çaldı."

Galeyana gelmek: 

Coşmak, hiddetlenmek. Örnek: "Bir an çalgılar sustu, herkes şaşırmıştı, kimse padişahın birdenbire galeyana gelmesinin sebebini bilmiyordu."

Galeyana getirmek: 

Coşturmak. Örnek: "Nağmeler ve hanende sesleri, uslu ve evcimen halkı heyecana ve galeyana getiriyordu."

Galip gelmek: 

Yenmek, üstün gelmek.

Galop yapmak: 

At yarışında veya hazırlık çalışmasında iyi bir derece elde etmek.

Gam çekmek: 

Tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek. Örnek: "Gam çekme güzel, nasılsa baharın sonu yazdır."

Gam yapmak: 

Gam biçiminde deneme ve alıştırmayı çalgı veya sesle uygulamak.

Gam yememek: 

Kaygılanmamak, tasa etmemek, üzülmemek. Örnek: "Seni bir kez daha gördüm ya, artık gam yemem."

Gani gönüllü: 

Cömert, eli bol, vermekten kaçınmayan. Örnek: "Gani gönüllü insanlara artık günümüzde pek rastlanmıyor."

Garanti altına almak: 

Güvence altına almak. Örnek: "Ondan sonra da, zavallı kuzunun artakalan birkaç kemiğini garanti altına aldılar."

Garanti vermek: 

Güvence altına almak. Örnek: "Bu konuda size bütün ciddiyetimle garanti verebilirim."

Garaz bağlamak: 

Birine karşı kin beslemek. Örnek: "Bana garaz bağladığını seziyorum."

Gardını almak: 

1. Savunma durumuna geçmek; 2. mec., Önceden önlemini almak.

Gargaraya getirmek: 

1. Gürültüye, karışıklığa boğarak bir sözün veya bir işin etkisini azaltmak, dağıtmak, dikkatten kaçırmak. 2. Kandırmak, aldatmak.

Garibine gitmek: 

Yadırgamak, şaşırmak. Örnek: "Frankfurt caddelerinde en çok garibime giden insan, dilencisi olmuştur."

Garip bulmak: 

Yadırgamak, tuhaf ve anlaşılmaz olarak nitelemek. Örnek: "Sizin gibi modern bir sosyete adamının böyle düşünmesini garip buluyorum."

Gark olmak: 

1. Gömülmek, batmak. Örnek: "Toprağa gark olmuş nazik tenleri / Söylemekten kalmış tatlı dilleri". 2. mec. Boğulmak. Örnek: "Paraya gark oldu."

Gâvur etmek: 

Boşuna harcamak, işe yaramaz duruma getirmek, yerinde harcamamak. Örnek: "Onca parayı bu eve verip gâvur etti."

Gâvur inadı: 

Yok edilemeyen, önüne geçilemeyen, yumuşatılamayan inat. Örnek: "Adamın yine gâvur inadı tuttu, gelmem deyip duruyor."

Gâvur inadı tutmak: 

İyiden iyiye inatlaşmaya başlamak.

Gâvur olmak: 

1. Müslüman olmamak. 2. Dinsiz olmak. 3. Mec., Boşuna harcanmak. Örnek: "Aldığım, bu şeylerle, beş bin lira gâvur oldu."

Gâvur ölüsü gibi: 

Çok ağır ve hantal. Örnek: "Gâvur ölüsü gibi yemek masası, ona benzer büfe, kasvetli."

Gâvura kızıp oruç yemek (bozmak): 

Başkasına kızıp kendine zararlı olan bir iş yapmak.

Gaybubet etmek: 

Göz önünde bulunmamak.

Gayret dayıya düştü: 

"iş, onu başarabilecek olana kaldı" anlamında kullanılan bir söz: Gayret dayıya düştü, bu işe sen el atmazsan olmayacak.

Gayret göstermek: 

Çaba harcamak, başarmak için çalışmak. Örnek: "Azar azar fakat ısrarlı bir gayret göstermeye başladı."

Gayret vermek: 

İsteklendirmek, özendirmek, yüreklendirmek.

Gayrete gelmek: 

Bir işi yapmaya veya bitirmeye özenmek; canlanmak. Örnek: "Ekmeğini zeytinyağına banıp öyle lezzetli bir yiyişi vardı ki ben de gayrete gelmiştim onunla."

Gayretine dokunmak: 

Bir işi yapamayacağını ileri sürenlere kızarak veya kendisinin yapması beklenen işi başkasının yapmasından utanç duyarak başarmaya çalışmak.

Gaz vermek: 

1. Motorlu taşıtlarda gaz pedalına basmak. 2. Mec., Dolduruşa getirmek. 3. Mec., Coşturmak.

Gaza basmak (dayanmak): 

1. Harekete geçirmek veya hızını artırmak için motorlu taşıtın gaz pedalına basmak. 2. Mec., Bir işi hızlandırmak.

Gaza gelmek: 

Dolduruşa gelmek.

Gaza yüklenmek: 

Harekete geçirmek veya hızını artırmak için motorlu taşıtın gaz pedalına çokça basmak.

Gazaba gelmek: 

Öfkelenmek, kızmak. Örnek: "Sert kelimeler kullandı, köpürdü, gazaba geldi."

Gazaba uğramak: 

Güçlü bir kimsenin hışmına uğramak.

Gazabını yenmek: 

Öfkesini, şiddetini göstermemek veya bastırmak.

Gazel okumak: 

1. Gazel söylemek. 2. Kandırmak ve oyalamak için boş sözler söylemek. Örnek: "Boşuna gazel okuma, kandıramazsın beni!"

Gazel tutturmak: 

Yüksek sesle şarkı veya türkü söylemek. Örnek: "Sonra makinelerin gemiyi sarsan temposuna uyarak yanık bir gazel tuttururdu."

Gebe kalmak: 

1. İnsan veya hayvanın karnında yavru oluşmak. Örnek: "Kırk dört yaşında gebe kalan bir kadın böyle bir sabırsızlığa kapılabilir." 2. Mec., Minnet altında kalmak.

Geberip gitmek: 

İstenmedik bir biçimde ve beklenmedik bir zamanda ölmek. Örnek: "En ufak sarsıntıda damlarınız kafanıza yıkılıyor, çoluk çocuk geberip gidiyorsunuz."

Gece gündüz dememek: 

1. Vaktin uygun olup olmadığına bakmamak, vakit seçmemek. 2. Bir işi sürekli olarak, ara vermeksizin yapmak. Örnek: "Gece gündüz demez ha bire okurlardı. Sonra başlarlardı yazmaya."

Gece kuşu: 

Geceleri gezip dolaşan, bunu huy edinen kimse. Örnek: "Bizim oğlan iyice gece kuşu oldu."

Gece silahlı, gündüz külahlı: 

"Gerçekte iyi olmadığı hâlde iyi gibi görünen kimseler için kullanılan bir söz" anlamında kullanılan bir söz.

Gecekondu gibi: 

Derme çatma yapılan (yapı).

Geceyi gündüze katmak (Geceyi gündüzüne katmak): 

Ara vermeden, devamlı çalışmak; büyük çaba göstermek. Örnek: "Geceyi gündüze katıp çalıştık ve bu evi yaptık."

Geç! (geç efendim!): 

"Kulak asma, önem verme!" anlamında kullanılan bir söz. Örnek: "Biz ev yaptırdık ama sen bize bakma; bizim paramız vardı. Geç efendim geç; bu işler sizin gibilerin harcı değil."

Geç kalmak: 

Vaktinden sonra davranmak, gecikmek.

Geçer akçe: 

Herkesçe aranılan, beğenilen, değerli (şey). Örnek: "Elimizdeki tek geçer akçemiz şu arabadır."

Geçimini doğrultmak: 

Geçinmek için yeteri kadar para kazanmak. Örnek: "Biri elbise askısı yapıyor, diğeri de yapılanları satıyor, böylece geçimlerini doğrultuyorlardı."

Geçimini sağlamak: 

Yaşamak için gerekli olanı elde etmek. Örnek: "Geçimini sağlamak için hemen her yola başvurdu."

Geçinip gitmek: 

Çok iyi değilse de şöyle böyle geçinmek. Örnek: "Sözün tam anlamıyla bu sayede geçinip gidiyordu."

Geçiniz: 

1. "Bu söylediklerinizi kabul etmiyorum, daha mantıklı sözler söyleyin" anlamında kullanılan bir söz. 2. Bilgi yarışmalarında kendisinden sonraki yarışmacıya geçilmesini istemek için veya bir sonraki soruya geçmek için söylenen bir söz.

Geçinmeye gönlü olmamak: 

Herhangi bir konuda isteksizliğini belli etmek.

Geçit vermek: 

Çay, ırmak, dağ vb.nin geçilecek bir yeri olmak.

Geçmiş ola: 

"O fırsat bir daha ele geçmez" anlamında kullanılan bir söz.

Geçmiş olsun: 

Hastalananlara, kaza geçirenlere, beklenmedik büyük bir olumsuz durumdan kurtulanlara veya hapishaneye girenlere söylenen iyi dilek sözü. Örnek: "Geçmiş olsun ağabey, ne oldu sana böyle?"

Geçmişini karıştırmak: 

Birinin ölmüşlerini yermek veya onlara sövmek.

Geçmişini kurcalamak: 

geçmişini araştırarak kötü amaçlı kullanmak için birisiyle ilgili bilgi edinmek.

Geçti Bor'un pazarı (sür eşeğini Niğde'ye): 

"İş işten geçti artık, fırsatı kaçırdın" anlamında kullanılır.

Gedik açılmak: 

Giderilmesi çok güç bir eksiklik veya açık ortaya çıkmak. Örnek: "El yordamıyla ilerlemeyi sürdürürken, sanki karanlıkta bir gedik açılıyor, bir yerlerden içeriye ışık vuruyor."

Gedik açmak: 

Ask., Düşman mevzilerindeki zayıf bir noktadan giriş yeri açmak.

Gedik kapamak: 

Küçük bir gereksinimini karşılamak.

Gedik kapmak: 

Bir gelir kaynağı ele geçirmek.

Gedikleri tıkamak: 

Çıkan veya çıkacak olan zorlukları önlemek.

Gehgeh tutmak: 

Nöbetli bir hastalığa yakalanmak.

Gel gelelim: 

"Fakat, ama, ancak" ve "Ne çare ki.." anlamlarında kullanılır. Örnek: "Gel gelelim onlara, daha teklifimizi kabul etmediler."

Gel keyfim gel: 

Bir durumdan duyulan memnunluk, işlerin yolunda gitmesi anlatılır.

Gel zaman git zaman: 

Aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra. Örnek: "Gel zaman git zaman bu ikisi beraberce yaptılar bu evi."

Gelberi etmek: 

Argo, Aşırmak, çalmak, kendine mal etmek.

Gelin almak: 

1. Erkeğe bir eş bulmak. 2. Gelini babasının evinden özel bir törenle alıp damadın evine götürmek.

Gelin gibi süzülmek: 

Geline yakışır biçimde edalı, nazlı yürümek.

Gelin gitmek: 

Bir aileye, bir yere gelin olarak gitmek. Örnek: "Bin türlü dedikodu içinde ben oraya gelin gittim."

Gelin yazmak: 

Gelinin yüzünü değişik süs gereçleriyle bezemek.

Gelinliği tutmak: 

Gelinlik etmek.

Gelinlik etmek: 

1. Gelin, kendisinden beklenilen hizmeti yapmak. 2. Aile büyüklerinin yanında susmak.

Gelip çatmak (Gelip dayanmak): 

Vakti gelmek, kaçınılmaz olmak, çok yakında olmak. Örnek: "Ödeme gününün gelip çatacağını hiç düşünmedin mi?"

Gelip geçici olmak: 

Kısa süreli, önemsiz olmak. Örnek: "Bu ilişkinin nasıl olsa gelip geçici olduğunu biliyormuş gibi aldırışsızdır."

Gelip geçmek: 

1. Bir yerden geçmek. 2. Bir makam, bir yer vb.nde kısa bir süre bulunmak. 3. Kısa bir süre etkin olmak. Örnek: "Kızcağız bilir ki bu sözler kızgınlık sözleridir, gelir geçer."

Gelsin ... (gelsin ... gitsin ...): 

1. Yaşantı veya durumun rahatlığını anlatan bir söz. Örnek: "Ondan sonra o masanın üstüne yığılan mezeler, gelsin gır gır, alay, muziplik." 2. Sorumsuzca davranıp işine gereken önemi vermemeyi anlatan bir söz.

Gem almak: 

At, alışıp hizmete elverişli duruma gelmek.

Gem almamak: 

Söz dinlememek.

Gem vurmak: 

1. Hayvanın ağzına gem takmak. 2. Mec., Her türlü taşkınlığı, isteği, hevesi vb.ni engellemek. Örnek: "Senin bütün emellerin, azgın kalbinden korktuğun, ona gem vurmak istediğin içindir."

Gemi azıya almak: 

1. Söz dinlemez olmak. 2. At, gemi azıları arasına alıp etkisiz bırakarak süvarisinin yönetiminden çıkmak ve kendi istediğince koşmak.

(Gemi) baş tutamamak: 

Rüzgâr, fırtına yüzünden, yapılışındaki veya yükselişindeki bir bozukluk sebebiyle gemi dümene uymamak, rotadan çıkmak.

Gemi baş vurmak: 

Den., Önden gelen dalgalarla gemi başı kalkıp kalkıp inmek.

Gemi dövünmek: 

Den., Şiddetli dalgaların etkisiyle gemi bağlı veya demirli olduğu yerde inip kalkmak, sallanmak.

Gemi gezmek: 

Den., Dış etkiler yüzünden gemi rota çizgisinden ayrılıp sancak veya iskele yönüne ilerlemek.

Gemi karaya oturmak: 

Gemi, sığ bir yere saplanıp kalmak.

Gemini kısmak: 

Bir kimsenin üzerindeki baskıyı arttırmak.

Gemisini yürütmek: 

Bir işi hiçbir engel tanımadan sürdürmek.

Gemiyi rotasına koymak: 

Den., Gemiyi pusula ile gideceği yönde belli olan rota çizgisi üzerine getirmek.

Gemiyi tutmak: 

Den., Gemiyi belirli bir yerde bir süre bekletmek, çalışmadan durmak.

Gemiyi yatırmak: 

Den., Altını temizlemek amacıyla küçük gemileri yan döndürmek.

Geniş bir nefes almak: 

Sıkıntılı bir durumdan kurtulmak, ferahlığa kavuşmak.

Geniş gönüllü: 

Heyecan ve telâş göstermeyen, merak etmeyen, olayları hoş karşılayan. Örnek: "Geniş gönüllü olmak benim için o kadar kolay değil."

Geniş karşılamak: 

Hoşgörü ile değerlendirmek. Örnek: "Bu vahim skandalı, bu mahdut dışarlık çocuğu niçin bu kadar geniş karşılıyordu?"

Genizden konuşmak (çıkarmak): 

Burnu tıkalı gibi konuşmak. Örnek: "Genzinden çıkardığı seslerle ağlama taklidi yapıyordu."

Gerçek yüzünü göstermek: 

Sakladığı düşüncelerini sonradan ortaya koymak.

Gerdan kırmak: 

1. Naz ile boynu başla birlikte iki yana oynatarak kırıtmak. Örnek: "Avrupa tiyatrosunda işveli gerdan kırışları, meşhur kantolarıyla, ortalığı kırıp geçirdiği zamanlar!" 2. Mec., Boynu, başı geriye oynatarak büyüklük taslar bir durum almak.

Gerdeğe girmek: 

Gelinle damat düğün gecesi bir araya gelmek.

Gereği düşünülmek: 

Bir sorunu sonuçlandırmak için tutulacak yolu kararlaştırmak.

Gereği gibi: 

Nasıl olması gerekli ise öyle: Gereği gibi davranmak.

Gerek görmek: 

Yapılmasını istemek. Örnek: "İçeri giren polisin onları sorgulamaya bile gerek görmeden kurşuna dizdiğini söylediler."

Gerekçe göstermek: 

Gerektirici sebep ve doküman ileri sürmek.

Gerekli görmek: 

Yapılması icap etmek. Örnek: "Ruslar, gerekli gördükleri her yerde konsoloshane açabilecekle."

Gerekli kılmak: 

İcap ettirmek.

Gereksinme duymak: 

İhtiyacı olduğunu anlamak. Örnek: "Doğrusu ya, açık havaya, yeni yüzlere, yeni sözcüklere gereksinme duyuyorum."

Gereksiz görmek: 

Lüzum görmemek. Örnek: "Ona danışmayı gereksiz görerek Sevim'e yöneldi."

Gerginlik yaratmak: 

Gergin duruma getirmek.

Geri almak: 

1. Verdiğini almak. 2. Geriye doğru götürmek. Örnek: "Koltuğu biraz geri al." 3. Düşmandan kurtarmak. 4. Arabayı geri geri götürmek için vites kolunu geri durumuna getirmek.

Geri basmak: 

Geri geri gitmek. Örnek: "Heyecanlanınca geri basmaya başladı."

Geri çekilmek: 

1. Kaçmak, bulunduğu yerden arka arkaya doğru gitmek. 2. Karıştığı bir işi sürdürmekten ya da sürdürenler arasında bulunmaktan vazgeçmek. Örnek: "Düşmanın çokluğu karşısında geri çekilmekten başka çaremiz kalmamıştı."

Geri çevirmek: 

1. İade etmek, geldiği yere göndermek, kabul etmemek. Örnek: "Ona aldığım hediyeyi rüşvettir diye geri çevirdi."

Geri dönmek: 

Geldiği yere gitmek. Örnek: "Arada gelenlerin çoğu kapıdan bakıp oturmadan geri dönüyorlardı."

Geri durmak: 

Bir iş yapmaktan kaçınmak. Örnek: "Kafası kızınca aklına geleni yapmaktan geri durmuyordu."

Geri durmamak: 

Bir işe girmekten kaçınmamak, o işe girişmek. Örnek: "Ona bu işi yapmaktan geri durmamasını söyle, sonunda başaracaktır."

Geri geri çekilmek: 

Arka arka gitmek. Örnek: "Hamit'in eteğini öpmüş ve geri geri çekilerek odadan çıkmış."

Geri gitmek: 

Kötüleşmek. Örnek: "İşler günden güne geri gidiyor."

Geri göndermek: 

Geldiği yere göndermek, iade etmek. Örnek: "Eteğim gayet fena olmuş, terziye geri gönderdim."

Geri hizmet: 

1. Ordunun çeşitli gereksinimleri ile ilgili işlerin tümü. 2. Etkinliği ikinci dereceden sayılan, kolay görev. Örnek: "Senin bu savaşta, geri hizmette bulunacağını söylediler bana."

Geri kafalı: 

Yenilikleri kabul etmeyen, bağnaz, kafası hurafelerle dolu.

Geri kalmak: 

1. Arkada kalmak. 2. Gecikmek. 3. Çağdaşlarının ve yaşıtlarının düzeyine gelememek veya düzeyinde olmamak.

Geri komamak: 

Yapmazlık etmemek, yapmak: Elinden geleni geri koma!

Geri saymak: 

Geriye doğru saymak.

Geriye bırakmak: 

Tehir etmek.

Geriye yürümek: 

Huk., Öncesini kapsamak. Örnek: "İptal kararları geriye yürümez."

Gerize taş atmak: 

Edepsiz bir kimseye edepsizliğini göstermeye fırsat vermek.

Geviş getirmek: 

Yutmuş olduğu yiyeceği midesinden ağzına çıkarıp yeniden çiğnemek. Örnek: "Evin önünde birkaç davar geviş getiriyordu."

Gevrek gevrek gülmek: 

1. Kendine güvenip karşısındakini küçümsemek. Örnek: "Diğer dükkânların satılmayan mallarını ben sanki ne yapayım diye gevrek gevrek gülerek kendi kendine hak verirdi." 2. Neşeli ve kendine güvenli biçimde gülmek.

Geyik etine girmek: 

Genç kız, erginlik çağına girmek.

Geyik yapmak: 

Boş, yararsız konuşmak.

Geze almak: 

Hedefe doğrultmak. Örnek: "Bağ hendeğine sinip tüfeği geze aldım."

Gezip tozmak: 

Eğlenmek amacıyla çokça gezmek. Örnek: "Seher hep Bayram'ın sinirine dokunanlarla gezip tozdu."

Geziye çıkmak: 

Uzak yerleri dolaşmak.

Gıcık almak (kapmak, olmak): 

Argo, Bir davranışa veya bir kimseye sürekli sinirlenmek.

Gıcık tutmak: 

Bir süre boğaz gıcıklanmasına yakalanmak, konuşamamak. Örnek: "Gıcık tuttuğu için konuşmasını yarıda kesmek zorunda kaldı."

Gıcık vermek: 

1. Birini kızdırıp sinirlendirmek. 2. Boğazı yakıp kaşındırarak öksürmeye yol açmak. Örnek: "Gıcık veren bu tatlıyı yiyemiyorum."

Gıcır gıcır etmek: 

1. "Gıcırtı" sesi çıkarmak. Örnek: "Merdiven basamakları gıcır gıcır ediyordu." 2. Tertemiz duruma getirmek.

Gık dedirtmemek: 

Ses çıkarmasına fırsat vermemek.

Gık demek: 

Ses çıkarmak, karşı çıkmak, yakınmak.

Gık dememek (Gıkı çıkmamak): 

Hiç sesini çıkarmamak, yakınmamak, karşı çıkmamak. Örnek: "Bütün hepsi üzerine yürüdü ama o gık demedi."

Gıllıgışlı olmak: 

Gizli amaçlı, inandırıcılıktan uzak bulunmak. Örnek: "Yüreği temiz olan başkalarının gıllıgışlı olabileceğini kolay kolay aklına getirmez."

Gına gelmek: 

Usanmak, bıkmak. Örnek: "Siyasetten, eleştiriden gına gelmişti."

Gına getirmek: 

Bıkmak, usanmak.

Gır atmak: 

Konuşmak, laf atmak.

Gır (gır) geçmek: 

1. Bol bol konuşmak, çene çalmak. 2. Dikkat etmemek, aklı başka yerde olmak.

Gır kaynatmak: 

Birkaç kişi işlerini bırakıp yârenlik etmek.

Gırla gitmek: 

1. Bol bol ortaya dökülüp harcanmak. 2. Uzun sürmek.

Gırtlağına kadar: 

Çok fazla. Örnek: "İşrete düşkünlüğünü anlata anlata bitiremiyorlar, gırtlağına kadar borç içindeymiş."

Gırtlağına kadar borca girmek: 

Pek çok, ödenmesi zor olacak şekilde borçlanmak. Örnek: "Nasıl gülerim, gırtlağıma kadar borca girdim."

Gırtlağından kesmek: 

Herhangi bir amaç için yiyeceğinden kısıntı yapmak, boğazından kesmek, tasarruf etmek.

Gırtlak gırtlağa gelmek: 

Kıyasıya dövüşmek ya da dövecek hâle gelmek. Örnek: "Komşumla gırtlak gırtlağa gelecektik az kalsın."

Gibi gelmek: 

... sanısı vermek, ... sanısı yaratmak. Örnek: "Murat'a, boş, kimsesiz ahşap bina, temelinden sallanıyor gibi geldi."

Gibi olmak: 

Bir duruma, bir duyguya yaklaşmak. Örnek: "Sorum üzerine biraz çekinir gibi oluyor."

... gibi yapmak: 

... imişçesine davranmak: Sever gibi yapmak.

Gibisine gelmek: 

İmiş gibi gelmek, sanmak: Öyle gibime geliyor ki bu işin içinden kolay çıkamayacağız.

Gibisine getirmek: 

Sanısı uyandırmak, sanısı vermek: Bu teklifi doğru bulmamış gibisine getirdi.

Gidiş o gidiş: 

"Gitti ve kendisinden bir daha haber alınamadı" anlamında kullanılır.

Girecek delik aramak: 

Saklanmak istemek.

Girip çıkmak: 

1. Bir yere kısa süre kalmak üzere uğramak. 2. Bir yere sık sık gelmek. Örnek: "Onun yanımızdaki eve girip çıktığını görürdük."

Girişimde bulunmak: 

Davranmak, teşebbüs etmek. Örnek: "Mahmut Bey'in adamlarını kendi taraflarına çekmek için her türlü girişimde bulunmuşlardı."

Gitti de geldi: 

Yaşayabileceğinden umut kesilecek kadar ağır hastalık geçirip de iyi olanlar için söylenen bir söz.

Gitti gider (dahi gider): 

Söz konusu olan şeyin bir daha gelmeyeceğini, ele geçmeyeceğini anlatan bir söz.

Giydiği yakışırken eller bakışırken: 

"Gençken, güzelken" anlamında kullanılan bir söz.

Giydirip kuşatmak: 

Temiz, yeni giysilerle donatmak. Örnek: "O da kendisinden yirmi yaş küçük arabacısını sevmiş, nikâhla varmış, bu arabacıyı giydirip kuşatmış, âlâ bir bey yapmıştı."

Giyinip kuşanmak: 

Özenle giyinmek. Örnek: "Giyinmiş kuşanmış, benim de giyinip kuşanıp hazır olmamı bekliyor."

Gizli din taşımak: 

Göründüğünden farklı bir din veya inanç sahibi olmak.

Gol atmak: 

Topun karşı takımın kalesine girmesini sağlamak.

Gol kaçırmak: 

Uygun durumda olmasına rağmen karşı takımın kalesine topu sokamamak.

Gol yemek: 

Topun kendi kalesine girmesine engel olamamak.

Göbeği biriyle bağlı (beraber kesilmiş): 

Her zaman birlikte bulunan, birbirinden ayrılmayan kimseler için kullanılan bir söz.

Göbeği çatlamak: 

Birçok güçlükleri yenmek için çok uğraşmak, pek çok çaba sarf etmek. Örnek: "Onu razı edeceğim diye göbeğim çatladı."

Göbeği çıkmak: 

Şişmanlamak. Örnek: "Benim oğlanın göbeği çıkıyormuş da biraz, her sabah koşu yapıyor, dedi."

Göbeği düşmek: 

Göbek deliğinin kapanmamasından fıtık oluşmak.

Göbeği sokakta kesilmiş: 

Evde durmayıp hep sokaklarda gezen, sürtük.

Göbeğini eritmek: 

Zayıflamak. Örnek: "Göbeğini eritmek için her sabah sıcakta, tozda koşu yapan delikanlıyı düşünüyorum."

Göbeğini kesmek: 

1. Çocuğun göbeğiyle etene arasındaki damar örgüsünü kesmek. 2. Mec., Birini çok eskiden beri tanımak, bilmek.

Göbek adı: 

Yeni doğan çocuğun göbeği kesilirken konulan ad. Örnek: "Senin göbek adın nedir?"

Göbek atmak: 

1. Karnını hareket ettirerek oynamak. Örnek: "Dillere destan olan oturak âlemlerinde göbeği atan, erkek değil, kadındır." 2. Mec., Çok sevinmek. Örnek: "Dolmuştan inince bir yandan saatine bakar, bir yandan da göbek atarmış, daha bir saat var, diye."

Göbek bağlamak (salıvermek): 

Şişmanlayarak karnı büyümek, göbeklenmek. Örnek: "Şimdi gördüğü kişi, ellisinin üstünde, göbek bağlamış, metal gözlük çerçeveli biriydi."

Göbek çalkamak (çalkalamak): 

Göbeğini sağa sola hareket ettirerek oynamak.

Göç etmek (eylemek): 

1. Oturduğu yerden başka bir yere gidip yerleşmek, göçmek. Örnek: "Kalktı göç eyledi Afşar elleri." 2. Mec., Ölmek.

Göçüp gitmek: 

Ölmek. Örnek: "En güzel halk türküleri çok sevilen bir insanın ansızın göçüp gitmesi ile kopan bir feryattır."

Göğe merdiven dayamış: 

Çok uzun boylu.

Göğsü daralmak (tıkanmak): 

1. Güçlükle nefes almak. 2. Mec., İçi sıkılmak. Örnek: "Öteden beri yola yüzü yoktu. Hele yokuşları karşıdan gördüğü vakit göğsü tıkanırdı."

Göğsü kabarmak: 

İftihar etmek, övünç duymak. Örnek: "Senin başarılarınla göğsüm kabarıyor oğlum."

Göğsünü gere gere: 

1. Kendine güvenerek. Örnek: "Ne yazık ki geçtiğimiz yılda, göğsümüzü gere gere, işte zafer diyebileceğimiz pek az başarımız olmuştur." 2. Övünerek. Örnek: "Kim bilir, bu erkek, kadınların zaafı ile göğsünü gere gere kaç kere istihza etmiştir."

Göğsünü kabartmak: 

Bir olay dolayısıyla kıvanç duygusunu ortaya koymak, övünmek. Örnek: "Duvarda, güneşe karşı / Göğsünü kabartan bir güvercin / İçimde öksüzün gözyaşı / Yıkılan yıllar için"

Göğsünü yırtmak: 

Coşkunluğunu ortaya koymak, coşmak, cıvıldamak. Örnek: "Sevda mevsimi gelince kuşlar bin türlü teranelerle minimini göğüslerini yırtarlar."

Göğüs bağır açık: 

Özensiz bir kılıkta. Örnek: "Göğüs bağır açık, ellerinde pankartlarla yürütüyorlar bu savaşı."

Göğüs geçirmek: 

Üzüntülü bir şekilde soluk almak, içini çekmek. Örnek: "Eski hatıraları gözünde canlanınca derin derin göğüs geçirdi."

Göğüs germek: 

Bir zorluğa dayanmak, karşı koymak. Örnek: "Bu güne birçok zorluklara göğüs gererek geldik."

Göğüs vermek: 

Eziyete, sıkıntıya katlanmak, tahammül etmek. Örnek: "Ben, onun hatırı ve hatırası için daha ağırlarına da göğüs verirdim."

Gök delinmek: 

Birdenbire çok ve hızlı yağmur yağmak.

Göklere çıkarmak: 

Aşırı ölçüde övmek. Örnek: "Adamı bu basit iş için göklere çıkartıp şımarttıkça şımarttılar."

Göklere çıkmak: 

Pek çok yükselmek.

Gökte ararken yerde bulmak: 

Çok güçlükle ele geçirebileceğini sandığı şeyi veya kimseyi birdenbire bulmak. Örnek: "Merhaba dostum / Seni gökte ararken / Yerde buldum"

Gökten zembille mi indi? 

"Ona niçin ayrıcalık gösteriliyor?", "Onun ne özelliği var ki ona özel imkânlar tanınıyor?" anlamında kullanılır.

Göl olmak: 

Gereksiz olarak bir yerde su toplanmak, göllenmek.

Gölge düşmek: 

Bir şey üzerine karaltı inmek, üzerine gölge gelmek.

Gölge düşürmek: 

Bir şeyin önemini ve değerini azaltacak, ününü düşürecek işler yapmak.

Gölge etmek: 

1. Işığa engel olmak. 2. Bir işin yapılmasına engel olmaya çalışmak. Örnek: "Gölge etme de şu işi zamanında yapayım."

Gölge gibi: 

Varlığını belli etmeden, gizlice. Örnek: "Bunlar yekdiğerlerine tutunarak birer gölge gibi duvara siftine, inleye, ıkına orada duran arabalara tırmanmaya başladılar."

Gölgesinden korkmak: 

Çok korkak olmak, en basit işlere bile girmekten korkar olmak. Örnek: "Gölgesinden korkan adamlarla hiçbir işe girilmez."

Gölgesine sığınmak: 

Birinin emri altına girmek: Yakınları bağışlatınca da ayaklarına kapanarak gölgesine sığınmıştı.

Gölgesine yatmak: 

Daha önce elde edilen para, makam, ün vb.ne sığınarak zaman geçirmek veya bundan yararlanmak. Örnek: "O, büyük aktörlüğün gölgesine yatmış, günlerini stüdyolara telefon etmekle geçiriyor."

Gömlek değiştirmek: 

1. Yılan üst derisini değiştirmek. 2. Mec., Huy veya düşünce değiştirmek. Örnek: "Toplumun gömlek değiştirmesi, siyasal karmaşa elbette onları da etkiliyor."

Gömlek eskitmek: 

Deneyim kazanmış olmak.

Gönderme yapmak: 

Konuşurken veya yazarken başka kaynak veya olaylarla bağlantı kurmak.

Gönlü akmak: 

Birine karşı güçlü sevgi duymak. Örnek: "Bu delikanlının kıza, bu kızın delikanlıya gönlü akınca insanın yüreği kabarıyor."

Gönlü bol: 

Yeterli imkânlardan mahrum olmasına rağmen eli açık davranan, cömert.

Gönlü bulanmak: 

1. Kusacak gibi olmak. 2. Mec., Kuşkulanmak.

Gönlü çekmek: 

İmrenip istemek.

Gönlü çelinmek: 

Güzel sözlere aldanmak, kapılmak.

Gönlü çökmek: 

Yaşama gücü azalmak, ruhsal dengesi bozulmak.

Gönlü düşmek: 

Âşık olmak. Örnek: "Çaydan üç güvercin uçtu / Benim gönlüm sana düştü"

Gönlü istemek: 

Dilemek, kuvvetle içten arzulamak. Örnek: "Gönül istiyordu ki böyle büyük sanatçılara hastalıklar hiç değmesin, onlardan uzak olsun."

Gönlü kalmak: 

1. Gücenmek. 2. İstediği hâlde elde edemediği şey üzerinde isteği devam etmek. Örnek: "Gönlüm o vitrindeki elbisede kaldı."

Gönlü kanmak: 

Bir işle ilgili kaygısı kalmamak, mutmain olmak, müsterih olmak.

Gönlü kara: 

Başkaları hakkında kötü düşünen, onların iyiliğini istemeyen.

Gönlü kaymak: 

Sevmeye eğimli olmak.

Gönlü kırılmak: 

Üzülmek, incinmek, yerinmek. Örnek: "Bunları duymakla gönlüm kırıldı."

Gönlü razı olmamak: 

İstememek. Örnek: "Ama Salih'in gönlü buna razı olmaz, bu yüzden de sorunları yarım ağızla cevaplandırırdı."

Gönlü takılmak: 

1. Bir şeye karşı ilgi duymak. 2. Aşk ile sevmeye başlamak.

Gönlü varmamak: 

İstek duymamak, istememek, çekinmek. Örnek: "Birkaç gece evvel gelip de bir şey soracaktım, rahatsız etmeye gönlüm varmadı."

Gönlünde kalmak: 

Çok istediği hâlde ulaşamamak, elde edememek. Örnek: "Bu soyadı çıkmasaydı, bu hatiplik onun gönlünde kalacakmış."

Gönlünden geçirmek (geçmek): 

1. Bir şeyin olmasını veya bir şey yapmayı istemek. Örnek: "Topkapı Sarayı'nda Hünername minyatürlerine bakarken kaç defa gönlümden bu özleyiş geçti." 2. Düşünmek.

Gönlünden kopmak: 

Kendiliğinden vermek. Örnek: "Fukara bir denizciye rast gelirsen süngerlerimden birkaç tanesini ona ver, gönlünden koparsa."

Gönlüne doğmak: 

İçine doğmak, sezmek, hissetmek.

Gönlüne dokunmak: 

Üzülmek, rahatsızlık duymak. Örnek: "Onun kenar mahallelerde sürüklenen çıplak ayakları benim gönlüme dokunuyor."

Gönlüne girmek: 

Kalbine girmek.

Gönlüne göre: 

Dileğine göre, isteğine uygun olarak.

Gönlünü çalmak: 

Kalbini çalmak.

Gönlünü çelmek: 

1. Kandırmak, yola getirmek, aşkını kazanmak. Örnek: "Nice beyler, paşalar onun peşinde yıllarca dolaşmışlar, onun gönlünü çelmek için her türlü çareye başvurmuşlardı." 2. Kendi yanına çekmek, sempatisini kazanmak. Örnek: "İlk tanıştığımız günden beri bana karşı gösterdiği yakınlıkla gönlümü çelmiş bulunmaktaydı."

Gönlünü düşürmek: 

Âşık olmak, sevdalanmak. Örnek: "Biraz aklı olsa bizim Rabia'ya gönül düşürür mü?"

Gönlünü eğlemek: 

Mutlu, neşeli vakit geçirmek. Örnek: "Ne güzel yayla da şu bizim yayla / Çık soğuk su başına da gönlünü eğle"

Gönlünü kaptırmak: 

Âşık olmak. Örnek: "Kız kaptırdı gönlünü / Sevdiği kalpsizin biri"

Gönlünü karartmak: 

Yaşamaya karşı sevgi ve isteğini azaltmak. Örnek: "Tabiatın bu eşsiz güzellikleri karşısında o birtakım gevezeliklerle benim kafamı ağrıtacak, gönlümü karartacak değil."

Gönlünü pazara çıkarmak: 

Sevmek için kendine yakışanı seçmeyip rastgele birini sevmek.

Gönlünü serin tutmak: 

Sakin, soğukkanlı olmak, hemen heyecanlanmamak.

Gönlünü söndürmek: 

Küstürmek, kırmak, incitmek. Örnek: "Kalpsiz bir güzelliğin, fakir teyze kızlarının hayatını kırmaktan, gönlünü söndürmekten başka neye faydası var ki!"

Gönlünü yaralamak: 

İncitmek, kırmak, üzmek. Örnek: "Onun gönlünü yaralayarak bir latife ederlerse hemen kaçıyor, sokulmuyor."

Gönlünün dümeni bozuk: 

İsteklerinde, özellikle gönül işlerinde tutarlılık göstermeyen, sık sık istek değiştiren.

Gönül açmak: 

İnsanın iç sıkıntısını gidermek, iç açmak.

Gönül akıtmak: 

Âşık olmak, sevmek.

Gönül avlamak: 

Huyunu suyunu yakından bilerek olumlu davranışta bulunmak, tavlamak. Örnek: "İstanbul'un yetiştirdiği mizaçtan anlar, gönül avlamasını bilir dalkavuklardan biriydi."

Gönül avutmak: 

Hoşça vakit geçirmek. Örnek: "Gözünü ve gönlünü avutmak için türlü hoppalıklar yapıyordu."

Gönül bağlamak: 

Severek bağlanmak, içten sevmek, âşık olmak. Örnek: "Gözlerin kızarmış, niye ağladın? / Bir başkasına mı gönül bağladın?"

Gönül birliği etmek: 

Duygusal anlamda tam bir uyum içinde olmak.

Gönül bulandırmak: 

1. Mide bulandırmak. 2. Mec., Kuşkulandırmak. 3. Mec., Rahatsız etmek. Örnek: "Haberler iyi değil, rivayetler gönlümü bulandırıyor, sürgünmüş, göz hapsiymiş, estek köstek."

Gönül çekmek: 

Sevdalı olmak. Örnek: "Henüz bu yaşta, zavallı çocuk gönül çekmek nedir, bir büyük adam gibi biliyor ve bir büyük adam gibi yarasının acısını kimseye sır vermeyerek taşıyor."

Gönül eğlendirmek: 

Geçici bir ilgi ve sevgi göstererek hoşça vakit geçirmek. Örnek: "O bizim arkadaşı oraya dilber Çingene kızları ile gönlünü eğlendirmeye gelmiş paralıca bir delikanlı sanıyordu."

Gönül gezdirmek: 

hlk. seçmek için aklından birçok şey geçirmek.

Gönül (gönlünü) almak: 

1. Sevindirmek. 2. Kırılan bir kimseyi güzel bir davranışla hoşnut etmek. Örnek: "Bu oğlanı amcama itmek doğru değil, bir ara gönlünü almalı."

Gönül indirmek: 

Kendisine yakıştıramadığı bir şeye razı olmak. Örnek: "Oysa o oturmamıştı bile sofraya, bir fincan çay içmeye gönül indirmemişti."

Gönül kırmak (yıkmak): 

Birini çok üzecek bir davranışta bulunmak, gücendirmek. Örnek: "Osman Efendi iyi adamdı, kimsenin gönlünü kırmazdı."

Gönül koymak: 

Gücenmek, alınmak, darılmak.

Gönül okşamak: 

Birini hoş bir söz veya davranışla sevindirmek, iltifat etmek.

Gönül rızası ile: 

İsteyerek.

Gönül vermek: 

1. Sevmek, âşık olmak. Örnek: "1934'te yepyeni bir Türkçeye gönül vermiş olan Atatürk, sonraki üç dört yıl içinde, daha ılımlı bir dil devrimine yönelmiş olabilir mi?" 2. Bir şeyi sevmeye, istemeye veya yapmaya içten yönelmek, eğinmek, meyletmek. Örnek: "Atölyelerde bu işe gönül veren idealist öğretmenler ders vermekteydi." 3. Düşkün olmak. Örnek: "Cevizli tel kadayıfına gönül verene de rastlanıyor."

Gönül yakmak: 

1. İnsanı aşırı derecede etkilemek, sarsmak, kendinden geçmesine yol açmak. Örnek: "Bu sesler, o zamanki hayat zevklerinin iç bayıltıcı bir içkisi gibi gönlümüzü yakarak ta derinliklerimize kadar nüfuz etmesini bilirdi." 2. Aşk dolayısıyla iç yangınına tutulmak.

Gönül yıkmak: 

Birini çok üzecek bir davranışta bulunmak, gücendirmek, gönül kırmak.

Gönülden geçirmek: 

Bir şeyi yapmayı düşünmek, olmasını istemek, o şeyi düşünür olmak. Örnek: "Ben de o işi yapmayı gönlümden geçirmiştim."

Gönülden ırak olmak: 

Sevilmekten yoksun kalmak, sevilmemek.

Gönlünden kopmak: 

Birine iyilik yapma ya da bir şeyi verme isteği, içinde aniden doğuvermek. Örnek: "Gönlünden kopanı vermek kadar güzel bir şey olamaz."

Gönlüne göre: 

İsteğine uygun olarak, dilediğine göre. Örnek: "Allah gönlüne göre verir inşallah."

Gönlü tok: 

Fazla para ve mal istemeyen, zorunlu ihtiyacı kadarı ile yetinen, imkânları az da olsa bunu hissettirmeyen, bu durumda dahi cömert olan. Örnek: "Onun kadar gönlü tok bir adam görmedim."

Gönül almak: 

1. Sevindirmek, hoşnut ettirmek. 2. Kırılan, gücenen bir kimseyi güzel söz ve davranışlarla yeniden hoşnut etmek. Örnek: "Daha fazla uzatmadan o çocukların gönlünü almalısın."

Gönül eri: 

Açık yürekli, güvenilir, hoşgörüsü geniş, ehli dil (kimse). Örnek: "O ihtiyar adam tam bir gönül eriydi."

Gönül kırmak (yıkmak): 

Birini çok üzecek, gücendirecek davranışta bulunmak. Örnek: "Gönül kırmakta üstüne yoktur onun."

Gönül okşamak: 

Birini hoş bir davranış ve sözle sevindirmek. Örnek: "Gönlünü okşamak mı istiyorsun, bir gül uzat ona."

Gönülden çıkarmak: 

Anmaz ve sevmez olmak. Örnek: "Onu gönlünden çıkarmışsın anlaşılan."

Gönüllü gönülsüz: 

Yarı istekli yarı isteksiz olarak.

Görücü gitmek: 

Evlenecek erkek için kız görmeye gitmek.

Görücülüğe gitmek: 

Evlenmek isteyen erkek için kız görmeye gitmek.

Görücüye çıkmak: 

Evlenmesi söz konusu olan kız görücüye görünmek. Örnek: "Onu indirmek, görücüye çıkmaya razı etmek için başta haminne olmak üzere bütün ev halkı ağacın altında durdu, yalvardı."

Görümcelik yapmak (etmek): 

Görümce, geline kötü davranmak.

Görünüş almak: 

Şekil almak.

Görünüşe aldanma: 

"Yalnızca dış görünüşe bakarak yargıya varmak insanı yanıltabilir" anlamında kullanılan bir söz.

Görünüşü kurtarmak: 

Bir işi gereği gibi değil, yapılıyor dedirtmek için üstünkörü yapmak, zevahiri kurtarmak.

Görüp göreceği rahmet bu: 

"Görülecek tek şey" anlamında kullanılan bir söz. Örnek: "Ağız tadı ile oynanan futbolu gördük ama görüp göreceğimiz rahmet de bu kadarmış."

Görüş açısı: 

Bir soruna yaklaşma, onu ele alma biçimi. Örnek: "Dar bir görüş açısı ile sorunlar çözümlenemez."

Görüş bildirmek: 

Bir konuda elde edilen düşünce ve deneyimleri vermek.

Görüş birliği içinde olmak: 

Aynı görüş ve düşünceye sahip bulunmak. Örnek: "Rahat rahat konuştukça her bakımdan tam görüş birliği içinde olduğumuz açığa çıktı."

Görüş birliği sağlamak: 

Aynı görüş ve düşüncede birleşmek.

Görüş birliğine varmak: 

Farklı görüş ve düşüncelerden sonra aynı görüş ve düşünceye ulaşmak.

Gösterime girmek: 

Sinema salonlarında bir film oynamaya başlamak.

Gösterişe kaçmak: 

Gösteriş yapmaya başlamak.

Gövde gösterisi: 

Belli bir amaç için güçlerini birleştiren kalabalıkların yaptıkları gösteri. Örnek: "M partisi büyük bir gövde gösterisi yaptı."

Gövdeye atmak (indirmek): 

Burca yemek. Örnek: "Bir tepsi baklavayı gövdeye indirdikten sonra..."

Göz açamamak: 

İşlerinin yoğun oluşu sebebiyle başka bir şeyle ilgilenme imkânı bulamamak. Örnek: "Şu büronun işleri yüzünden göz açamıyorum."

Göz açıp kapayıncaya kadar: 

Çok çabuk, kısa bir zamanda. Örnek: "O işi göz açıp kapayıncaya kadar yaparız."

Göz açtırmamak: 

Baskı altında bulundurarak başka bir şeyle uğraşmasına fırsat vermemek. Örnek: "Çalışan işçilere hiç göz açtırmadı."

Göz alabildiğine: 

1. Gözün görebileceği en uzak yerlere kadar. Örnek: "Bu göz alabildiğine düzlük, sinsi bir bataklık gibidir." 2. Çok geniş, engin bir biçimde.

Göz alıcı: 

Alımlı; şekli, rengi ve güzelliği ile dikkat çekici. Örnek: "Oldukça göz alıcı bir elbise."

Göz ardı etmek: 

Gereken önemi vermemek. Örnek: "Kocakarı yöntemlerine inanmayı göz ardı ettiğini söyleyemezdim."

Göz atmak: 

Kısaca, dikkatli değil de şöyle bir bakıvermek; üzerinde fazla durmadan elden geçirmek. Örnek: "Kütüphaneye şöyle bir göz atıp gitti."


🔤 G Harfi ile Başlayan Deyimler (2. Kısım)


🔤 G Harfi ile Başlayan Deyimler (3. Kısım)


🔤 Deyimler Sözlüğü: A'dan Z'ye En Bilinen Kalıplaşmış Deyim Örnekleri ve Anlamları


Beğen ve Yorum Yap
Sosyal Mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)

Bu Yazının Yorumları

Son Yorumlar

Neslihan- 1 hafta önce

Çok güzel, duygulu bir türkü. 🥰🙏Allı Turnam Bizim Ele Varırsan...

Kadir TEPE- 3 hafta önce

İnsanın eşinden, sevdiğinden ayrı kalışın; ya da on...Allı Turnam Bizim Ele Varırsan...

Neslihan- 2 ay önce

Tüm çocuklar ve büyükler okumalı:-)Momo (Michael Ende): Kitap Özet...
Daha Fazlasını Gör