Okuryazar / Yazılar / George Orwell - Hayvan Çiftliği yazısını görüntülemektesiniz.

Bu bölümde yer alan yazılar Okuryazar üyelerinin; profillerinde, çeşitli kategorilerde yazdıkları bireysel yazıları, deneme, şiir, öykü, makale, bilimsel araştırma vb. tarzda yazdıkları yazılar ile oluşturulmaktadır.

  • Yazar: Ali Özer
  • Kategori: Siyaset
  • Bu yazı Okuryazar’a 2 yıl önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
  • Gösterim: 362
2 kişi bu yazıyı beğendi
Beğen
George Orwell - Hayvan Çiftliği

George Orwell - Hayvan Çiftliği

George Orwell, Burma’daki memuriyet yıllarında emperyalist sisteme karşı derin bir kızgınlık biriktirmiş olmalı. 1939’da yaşanan İspanyol iç savaşına katılımı ve faşistlerin zaferiyle devrimin ihanete uğradığını düşünmesi üzerine de Stalin’e karşı biriktirdiği nefret onun bu eserinde fikri olarak durduğu yeri bize göstermeye yardımcı olacak temel yaşanmışlıklardır. Bunlar siyasal ve toplumsal gerçeklerdir. Bunlar yazarın sosyal adaletsizliğe karşı farkındalığının ve totaliter rejimlere karşı duruşunun sosyo-ekonomik arka planını bize yansıtması yönünden önemlidir. Eser, 1917 Rus Devrimi’nin trajedisini anlatır. Bir devrim eleştirisidir. Kişisel kült oluşumu bağlamında Stalin ve onun politikaları temele yerleştirilir. Totaliter rejim ve diktatörlük bağlamları üzerinde durulur. Komünist rejim eleştirisi yapılırken liberal-kapitalist ideolojinin propagandasını yapmaktan kaçınılarak alternatif bir model arayışında olunuşu yazarın evrensele ulaşabilmesiyle ilişkilendirilebilir. Alternatif bir modele olan inancı onun statükocu bir yaklaşıma bürünmesini engelleyen bir yaklaşım olarak da düşünülebilir. Ancak bu tavır Lenin ve Stalin ayrımı yaparak düşünceyi ve uygulamayı birbirinden daha net bir şekilde ayırma yanılgısına da düşmektedir. Bu netlik ve kesin ayrımlar eserin başlangıcında ve bitiminde kendini gösterir. Bu bağlamda kitabın kapak tasarımıyla ilişki kurarak da yorum yapılabilir. Tasarımda pembe ve siyah renkler kullanılmıştır. Penbe fars dilinde pamuk anlamına geliyor. Pembe ise beyaza kırmızı karıştırılmasıyla elde edilen bir renk. Pamuk ve beyaz saflığı, iyiliği ve yeniliği çağrıştırıyor. Bu öyle bir çağrışım ki, geçmiş sanki sadece kötülüklerin ve olumsuzlukların birikmişliğini içeren bir zaman dilimi. Böylece bembeyaz bir açılımla geçmişin olumsuzluklarından kopuşu ve ileriye doğru yeni bir geçişi simgeliyor. Kırmızı ise, kanın ve gülün rengidir. Kan ölümü, savaşı ve suçu çağrıştırırken gül, güzelliği, sevgiyi ve aşkı çağrıştırır. Bütün bu karışımdan pembe ortaya çıkar. Bu zıtlıkların buluşması dengeyi sağlamaz. Çünkü dengeyi çağrıştıracak kavram ve düşünce yoktur. Bu renklerde hep uçlardaki durumlar birbiriyle karışmıştır. Dengeye ve kapsayıcılığa ilişkin renkler ve çağrışımı olan kavramlar eksiktir. Eserde verilmek istenen temel mesaj, devrimlerin başarısının siyasal değil toplumsal yönünün vurgulanışıdır. Buna göre, radikal değişiklikler için toplumsal yapıların hareketliliği siyasal dönüşümleri öncelemelidir. Kitleler dikkatli olmalı ve liderleri iş görmeyi bıraktıkları anda onu indirmeyi bilmelidirler. Müşfik diktatörlük olmaz. Kendin çıkıp yapmazsan devrim olmaz anlayışı… Bu başarılamadığı için domuzların insanlaşmasına giden süreç başlamıştır. Bu süreç yönetim sürecidir. Otorite, hiyerarşi ve iş bölümünün bütünlüğünden oluşan ve yönetilenlerden gittikçe uzaklaşmayla sonuçlanan bir süreç. Burada dahi yazarın teorik düşünceyi (Marksizm, Leninizm) uygulamadaki başarısızlığıyla çarpıştırdığını görüyoruz. Bunun sorumlusu olarak kişilerin ya da olayların vurgulandığı yanıltıcı bir anlayış. Teorideki başarı beyazı, uygulamadaki başarısızlıklar siyahı temsil ediyor. İşte asıl önemli olan gerçeklikle hayal arasındaki bu boşluğun nasıl doldurulacağı sorunudur. Akla ideoloji gelebilir. Althusser’ci yaklaşımla ideoloji, “gerçeklikle kurulan hayali bir ilişkidir”. Buna göre ideolojinin maddi bir temeli olsa da işlevini belirleyen alan hayalin alanıdır. Dolayısıyla ideolojinin de bir rengi olsaydı siyah ya da beyaz olurdu. Olumlu-olumsuz, iyi-kötü, gibi kesin ve net ayrımları ve anlamları idraklere işleyen görünümler. Toplumsal gerçeklikle hayaller arasındaki uçurumun derinleşmesi ideolojinin alanını genişletebileceği gibi siyah ile beyaz arasındaki alternatiflere ulaşma çabasını da olumsuz etkileyecektir. Cemil Meriç’in ifadesiyle “İzm’lerin idraklere giydirilen deli gömlekleri…” olmasını kolaylaştıracak bir süreci başlatır. Bu süreç gerçeği görmemizi engelleyen perdeler oluşturur. Toplumsal gerçeklikte, yönetim olgusunun somutlaştığı devlet ile yönetilenler arasındaki hiyerarşi uçurumu bu perdeyi kalınlaştırır. Düşünceye de propaganda yöntemiyle kitle iletişim araçlarını da aktif olarak kullanarak kitle mobilizasyonunu gerçekleştirme yoluyla ulaşılmış olur. Yazarın da temel derdi kitlelerin bu duruma düşmemesi gerektiğidir. Bu da hakikatin fertlerin idraklerine ince ince işlenebilmesiyle gerçekleşecektir. Hakikatin bir rengi olsaydı gri olurdu. Ne siyah ne de beyaz. İkisinin arasında bir yerlerde gezinen, belirsizliği çağrıştıran bir renk. Ancak aynı zamanda bir kuşatıcılığa, kavrayıcılığa ve bütünleştiriciliğe de sahip. Kesin ve net ayrımlardan uzak durmayı ve dengeye yaklaşmak gerekliliğini çağrıştıran bir renk. Tarihsel olayların ve olguların yorumlanışı çok farklı biçimlerde olabilir. Mesela, İspanya’da faşistler kazanmasaydı dünyada bu kadar yıkımın gerçekleşmeyeceğine ilişkin düşünce. Ya da Almanların Stalingrad’da galip gelmeleri olasılığı gerçekleşseydi bu dünya için bir felaket olacaktı görüşleri… Bunlar tarihin anlamsızlığını değil anlamların sınırsız olabileceğini gösterir. Bu sınırsızlıktan anlamlı bir bütün ortaya çıkararak evrensel bir mesaj verebilmek ise kapsayıcılığı gerektirir. Bu kapsayıcılık, keskin ayrımlardan daha çok dengeli ve şüpheci bir yaklaşımı gerektirir. Yazarın yaptığı insanlar ve hayvanlar arasındaki ayrım ve benzetmeyi bu bağlama oturtabiliriz. Bu ayrım eserin sonunda ortadan kalkarak adeta Hegel’in Efendi- Köle diyalektiğindeki ayrımın Fransız Devrimi ile ortadan kalktığını savunması gibi bir sonlanış tasavvurudur. Birleşmelere olan inanç, ayrımlara olan yanlış bakışla ilgilidir ki tarih bunu bize göstermiştir. 1944 yılının siyasal ve toplumsal şartları düşünüldüğünde, komünizm, faşizm ve liberal demokrasiler arasında sıkışan bir dünyada yazar, evrensele ulaşabilecek bir eseri yazmayı başarabilmiştir. Totaliter rejimleri eleştirirken liberal demokrasilerin propagandasını yapmamıştır. Yaşam tecrübesi ona Britanya İmparatorluğu özelinde emperyalizmin gerçekliğini de göstermiştir. Bu anlamda her ne kadar eleştirsek de bahsettiğimiz ‘gri’ anlayışa yakın sayılabilecek bir eserdir. Sonuç olarak “hayvanlar eşittir ancak bazı hayvanlar daha eşittir”e dönüşen süreçte, devletlerin ve toplumların tarihsel süreçte geçirdikleri değişim ve dönüşümün karmaşık süreçler olması sebebiyle kapsayıcı bakış açısıyla değerlendirilmesi gerekliliği eserden çıkarılabilecek temel anlayıştır.
Beğen, Paylaş ve Yorum Yap
Diğer sosyal mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)
...
Ali Özer imzasında diyor ki;

Ali Özer'ın Profili Ali Özer'ın Tüm Yazıları

Bu Yazının Yorumları

Son Eklenenler
Son Yorumlar

Emircan ERDAL- 2 ay önce

Merhaba, kelimelerin özenle dokunduğunu görmemek im... Sorgulama (Mutsuzluk Hali)

Rumeysa Doğan- 4 ay önce

Teşekkür ederim. Kirli Düzen

Neslihan- 4 ay önce

Teşekkürler, çok güzel bir yazı. Kirli Düzen
Daha Fazlasını Gör