Bir devlet başka bir devlete gayri ahlaki, akıldışı sebepler uydurarak saldırıyor. Bu uğurda o ülkeyi istikrarsızlaştırmaya çalışıyor. Peki bu sadece savaş sırasında mı oluyor? Yoksa, toplum ve ülkeleri zayıflatıp sefalet içinde tutmak her vakit geçerli değil mi? Tarihe ve çevrenize bir bakın!
Toplum olarak ihtiyacımız olan ilk şey; 1) İdeolojik, siyasi, dini, etnik, vb. saplantısı olmayan, 2) Bilgi, donanım ve insani değerler bakımından temayüz etmiş, 3) Ülkesini seven, dürüst, ahlaklı insanların bir araya gelip konuşması. Sonrası adım adım huzur, güven, refah. Cennet gibi bir ülke.
Pek çok kimse; 1) Belki öfkeden, belki üzüntüden, kötü haberleri paylaşarak yayıyor. 2) İyi güzel olana ise mesafeli duruyor. 3) Halbuki olumsuzu paylaşmak, insanları olumlu bir yere sevketmiyor 4) Aksine kötülüğü, güvensizliği, huzursuzluğu yayıyor. 5) İyiliği kurutup öldürüyor.
SM'de aklı başında dediğimiz ne çok insan bu ortamlarda kökünden kopmuş bir ağaç dalı yahut bir kaya parçası gibi, sele kapılmış ne yaptığını bilmeden yuvarlanıp gidiyor. Galiba hepimiz öyleyiz. Fakat neye üzülüyor insan biliyor musunuz?
İnsanlık tarafından bazen farkına varılıp değer verilen,sonra unutulan bir ilke var. Esası hayatı kolay, yaşanabilir kılmak. Adı kâh faydacılık kâh pragmatizm vb olur. Yakınçağla "en fazla sayının en fazla mutluluğu" ilkesi olarak adlandırıldı. Bizde bugün bile esamesi okunmuyor.
Bir kimse huzur, güven içinde saygın, müreffeh bir ömür nasıl sürebilir? Bunun cevabı kişisel olduğu kadar toplumsaldır. Hem kişisel hem toplumsal düzeyde pozitif değer üretmeyi gerektirir. Toplum kümülatif olarak negatifte ise kimi az kimi çok herkes kaybetmeye mahkûm. Değil mi? O zaman ne yapmalı?