Vakitsiz vakitlere, zamansız zamanlara doğru hızla yol almak günümüzün şiarı oldu vesselam. İnsanlık kara deliğe doğru gönderilen ışın misali kaybolup gidiyor, gidenlere seyirci olmak ne kadar garip değil mi?

Çaresizlik bazen çare olabilir. Dert bazı zaman derman olabilir. Sevgi nefrete dönüşmeden büyütmek gerekir. Sevgi sevgiye, nefret nefrete karşı hazır bekler. Sevilmek sevmeyi gerektirmez, sevmenin karşılıklı olmasına ne gerek var? Sevgi ödünç alınan bir meta değildir.

Sıkıntı basınca, ruh karardığında nelerden medet umuyoruz? Günlük sıkıntılardan bahsetmiyorum. Kendi içindeki anlaşamamak değil mi ruhun kararması? Ferahlık istediğimde kendime dönüyorum yine, yeniden arınma, kirlenen ruhumun ruhumla saflaşması, kirden pastan arınması sağlanmaktadır.

Geceyi mi seversiniz yoksa gündüzü mü? Gecenin sessizliği ıssız bir vahayı andırır. Kendini dinleyebilirsin, kendinle sohbet etmesi cabası. İnsan kendisiyle ne konuşabilir ki? İnsan kendisiyle daha samimi ve içten konuşup anlaşabilir. Gündüzün hay huyu içinde kaybolmak yerine geceleri tercih ederim.

Ben sevilmek isterim, şöyle delice Dumanı üstünde aş niyetine Ben yaran isterim, şöyle gönlümce Katıksız kuru ekmek yercesine Ben sevmek isterim, kucak dolusu Karlı dağ üstüne sis çökmüş gibi Ben aşk isterim, şöyle engince Güneşin ufuktan doğması gibi

Herkes ektiğini biçer demişler Ben ektiğimi biçemedim ki Sevgi ve saygıyı ektim yıllarca Ektiğim sevgiyi biçemedim ki Dostluk ektim, gönüller boyu Hasat zamanını bilemedim ki Sevgimi gönderdim tüm insanlara Nerelere gittiğini bilemedim ki

Gün olur belki gelirsin diye Dağlara çıktım, seni gözlemeye Gün olur belki gelirsin diye Ovalara indim, seni beklemeye Aylar geçti, yoksun yine, yoksun Aksın gözlerim önüme aksın Seni görmeyen göz ne lazım bana Dağlara çıktım, seni gözlemeye